25 Şubat 2011 Cuma

SPORLA YAŞA!

Türk sosyal bünyesinde spor düzenlemekle vazifeli olanlar, Türk çocuklarının spor hayatını yüceltmeyi düşünürken sadece gösteriş için herhangi bir yarışmada kazanmak azmiyle spor yaptırmazlar. Esas olan bütün yaştaki Türkler için beden eğitimi ve terbiyesini sağlamaktır.

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK



Sporun insan bedeni ve ruhu için ne kadar faydalı olduğunu biliriz bilmesine de bir türlü düzenli olarak uğraşmayız ya da kendi adıma konuşayım, ben uğraşmam. Sağlıklı, zayıf, zinde ve mutlu olmak istiyorsak spor yapmalıyız. Spor yaparken yirmi dakikadan sonra vücudumuz endorfin hormonu salgılıyormuş, o da mutluluk veriyormuş. Uzmanlar böyle söylüyor…:))
Gençlerimize spor yaptırsak, onları ekipler halinde bir araya getirsek, aynı anda hem arkadaş hem rakip olabilme imkânı versek… Sportif bir karşılaşmada en yakın arkadaşıyla rakip olabilmek ya da rakip takımdaki kişilerle sık sık karşılaştığı için, bir süre sonra onunla arkadaş olabilmek ne güzel bir duygu!
Bu duyguları gençlerimiz, çocuklarımız yaşasın istiyorsak sporu onların hayatının merkezi yapmalıyız. Sadece ders çalışmalarını sağlayarak, okula dershaneye göndererek çocuklarımızın kaliteli bir hayatlarının olmasını garantileyemeyiz. Onların hayatına erken yaşlarda müzik ve sporu da sokmalıyız.
Akıl, beden, ruh sağlığı bir bütündür. Birinden biri bozulursa tüm sistemimiz bu durumdan olumsuz etkilenir. Şimdilerde yaptığımız gibi, çocuklarımızı okuldan dershaneye, sonra özel derse göndererek iyi yaşamalarını sağlayamayız. Sınavlarda ve hayatta başarılı olmalarını istiyorsak spora ayıracakları zaman da olmalı mutlaka.
Nazilli Denetimli Serbestlik ve Yardımlaşma Merkezi ile Nazilli Koruma Kurulu, şu günlerde ortak bir projeye imza atıyorlar. ‘SPORLA YAŞA!’
Gençlerimizi ve çocuklarımızı sporla tanıştırıp, gerekli şartları oluşturmak için bir süredir gayretli bir çalışma yapılıyor. Spor yaparak gençlerimizin ve çocuklarımızın hayat kalitelerinin yükseltilmesi hedefleniyor. Spor yapabilecek şartları olmayan çocuklarımız için, hazırlanmış imkânlar oluşturulup, onlardan ve ailelerinden bu projeye katılıp, hayata geçirilmesi bekleniyor.
Bu projenin gerçekleştirilme aşaması zorlu bir süreçti. Çalışma geniş kapsamlıydı, hedef kitle kalabalık ve büyüktü. Projeyi hazırlayanlar başta, Nazilli DSYM şube müdürü Sayın Özgür Bozat ve ADÜ BEYSO Müdürü Sayın Reşat Kartal olmak üzere çalışmalara katılan kişiler kendi zamanlarından fedakârlık ederek, bu projenin hayata geçmesi için çok uğraştılar. Çünkü son tahlilde aslında kimseye ait olmayan bir çalışma… ‘ Bu senin işin, yapılacaklardan sen sorumlusun.’ Diyecek bir muhatap yok aslında ortada. Tamamen toplum yararına üretilmiş, duyan herkeste heyecan ve umut uyandıran bir proje. Geleceğimiz için, çocuklarımız için sağlayacağı faydayı düşününce, yaşanılan zorluklar bir çırpıda yok oluyor, yeni bir gayretle çalışmalara devam ediliyor…
Neyse ki başlangıç aşamasına gelindi ve artık proje hayata geçirildi. Kısa zaman içinde de olumlu sonuçlarını alacağımıza inandığım bu faaliyette gönüllü çalışan olarak yer almaktan gurur duyuyorum. İnanıyorum ki çevremizde pek çok kişi ve kurum bu projeden hareketle sportif faaliyetleri önemseyip, hayata geçirilmesine katkıda bulunacaklardır.
Spor yapan biri, kendine zaman ayırmanın önemini fark eder. Bir takım içindeyse eğer, o takım ve arkadaşları için önemli olduğunu fark eder, çalıştığı takım, ulusal başarılar elde edecek olursa yaşadığı şehir için önemli olduğunu fark eder. Hatta uluslararası bir yarışmaya katıldılarsa eğer, ülkesi için ne kadar önemli olduğunu fark eder…
Bir insana ne kadar önemli olabileceğini anlatmanın daha iyi bir yolu var mıdır? Toplum için yapabileceği çok şey olduğunu göstermenin…
İnanın çocuklarımıza, yani geleceğimize yapabileceğimiz en önemli katkı, onları sporla buluşturmaktır. Spor yapan bir beden sağlıklı olur, zihin zinde olur, ruh mutlu olur.
Bizler zaten sağlıklı, zinde ve mutlu olmak için yaşamıyor muyuz? Bütün çabalarımızın altında yatan sebep bu değil mi?
Ne duruyoruz öyleyse?
Haydi, spor yapmaya, yaptırmaya …
Spor yapan çocuk, sağlam arkadaşlıklar kurar, kendine, arkadaşına, büyüklerine ve ülkesine saygı duyar. Bir kimliği vardır ve önemli bir amacı… Kısa vadeli yaşayan bir insandan, büyük hedefleri olan bir insana dönüşmüştür o artık.
Spor yapan bir genç, kötü alışkanlıklarını bırakıp, bedeninin sağlıklı olması için gereken neyse onu yapmayı öğrenir. Spor yaparken katlandığı zorluklar ona, bedenine ve başkalarına saygılı olması gerektiğini öğretir.
Toplumumuz için yararlı bir şeyler yapmak istiyorsak çocuklarımızı, ister bireysel, ister takım sporlarına yönlendirmeliyiz.
Bizim neslimiz, çocukken sokakta oynamayı, karda yağmurda ıslanmayı, toza toprağa bulanarak yaşamayı görmüş bir nesildi. Bilinçli bir spor hareketimiz yoktu ama okulumuza yürüyerek giderdik, top oynar ip atlardık… Şimdiki nesil buları bile yaşayamıyor.
Bilgisayar, televizyon çocuklarımızı eve hapsediyor. Hoş çıkıp, oynamak isteyen çocuklarımıza güvenli bir oyun ortamı da sağlayamıyoruz ya…
İşte bu noktada projemiz önem kazanıyor. Çünkü uzman çalıştırıcılar eşliğinde, malzeme ve yer tedariki yapılmış bir şekilde takımlar oluşturulacak. İstediğimiz sadece can-ı yürekten bu işe koşacak katılımcılar.
Umudumuzu kaybetmeyeceğimiz,
Gözümüzü arkada bırakmayacak,
Sağlıklı, mutlu, umutlu,
Yeni nesiller yetiştirebilmemiz dileğiyle…

Gül ATAY

18 Şubat 2011 Cuma

NEREDEN NEREYE…

‘Hayatta amaçlanacak iki şey vardır. Önce istediğine ulaşmak sonra onun keyfini çıkarmak. Sadece en akıllılar ikinciye ulaşır… LOGAN PEARSALL SIMITH’

Hayatımızı isteklerimize ulaşmak için uğraşarak geçiririz gerçekten. Hep bir yarış, hep bir koşturmaca… Durup dinlenmeye vakit yok! ‘Nereden geldik, nereye gidiyoruz?’ soruları, ‘Burası benim için doğru yer mi? Daha ilerlemem gerekiyor mu?’ Sorgulaması yapmak yok!
Hep böyledir genelde… Hayatımız belirli davranış ve rutinin arasına sıkışmış gibidir, bir şeylere ulaşma gayesiyle sürdürür gideriz. Çalışma hayatına başladığımız ilk günlerde emekliliğimize ne kadar kalmış onu hesaplarız… Yeni bir yıla girdiğimizde, o yıl içindeki tatilleri hesaplarız… Okula başladığımızda yarıyıl tatili hangi güne geliyor, okulun kapanış günü Haziran ayının hangi gününe rastlıyor, bunları hesaplarız…
İstediğimiz şeylere ulaştığımızı anlayabilmemiz için önce ne istediğimizi bilmemiz gerekiyor. Alleddin’in Sihirli Lambası veya böyle dileklerle ilgili başka masalları ya da öyküleri okurken, gözlerimi kapatıp düşünürdüm, ‘Bana sorulsaydı neyi dilerdim?’ diye…
Bu sorgulama zamanla neyi isteyip, neyi istemediğimi de belirlememe yardımcı oldu. Kafamda bazı durumlar netleşti. Öncelikle aniden ‘Dile benden ne dilersen!’ sözlerini duyduğumda verecek cevabı kafamda hazırlamıştım. Bu hazır oluş, beni istediğim şeyleri yapma yönünde planlı programlı bir gelişmeye doğru götürdü.
Hayatta en çok ne yapmak istediğimi belirledim önce… Yapmak istediğim çok şey olmasına rağmen, en önemlisini buldum; KİTAP YAZMAK!
Yıllardır içimi bir kor gibi yakan bu ateşin odununu kendi ellerimle attım hep yüreğime…
En imkânsız zamanlarda bile bir gün bir kitabımın olacağı hayali ve düşüncesi beni terk etmedi. Kitap okumayı, iyi kitaplar yazabilmenin birinci şartı olduğu kabul etmiştim. Bu yüzden çok okudum, zamanla hızlı okuma tekniklerini de öğrenerek okuduğum kitap sayısını artırdım. Ev, iş, çocuklar… Hayat hızla aktı, geçti… Kucağıma çocuklarımı aldığım anlarda, yazmaktan uzaklaşabilirim duygusu içime yerleşmeden, en güzel cümleler, defterime döküldü. Çalışma ortamımın en zorlayıcı anlarını gene defterime karaladığım üç beş cümle ile atlattım. Hayatımda ne önemliyse yazdım, kaydettim.
Gel gör ki, kitap yazmak hala uzaklarda kalıyordu. Çünkü hayatla çok iç içe, yoğun yaşıyordum. Sanıyordum ki yazmak için tenha, sessiz, kimsesiz yerler gerek.
Sonraları, değerbilir insanlar sayesinde yerel gazetemizde haftalık yazılarım çıkmaya başladı. Bu yazıların insanlara ulaştığını, onlarda hoş duygular uyandırdığını duydukça, yazmaktan daha çok keyif aldım. Tabii bu arada kitap hayalimi hiç aklımdan çıkarmadan…
Öncelikle, ‘Nasıl bir kitap olacak, adı ne olacak?’ gibi sorularımı sordum kendime ve bir plan yaptım. Sonraları da ‘Nasıl basılır, ne kadar para tutar?’ araştırmalarını…
Anlayacağınız ciddi bir çalışma içine girmiştim ama çok kimseyle paylaşmadan. Çünkü işin ucunda bu hayali gerçekleştirememek de vardı (Allah korusun!)
Bu arayış ve çalışmalarım sonunda bir kitabım oldu nihayet! Allah yardım etti, doğru insanları doğru zamanda karşıma çıkardı ve hayatta en istediğim şeye ulaşmamı nasip etti çok şükür. Yani artık bir kitabım var…
Gazetede yazdığım yazılardan bir derleme yaptık. Adı; ‘Damlaya Damlaya Gül Olur’
Kitabın önsözünü hazırlarken, yazdığım haftalık yazılar damlaya damlaya göl oldu. Şimdi sizlere kitap olarak ulaşıyor.’Cümlesini yazarken, bir ışık parladı içimde ve ‘Acaba kitabın adı bu olabilir mi?’ Diye sordum kendime…
Kitabımın çıkmasıyla, yerel gazetemizin yeni ofis binasının ve matbaa binasının açılış ve tanıtımı aynı günlere denk geldi. Bu güzel işyeri, pek çok kişiye ekmek kapısı olduğu gibi aynı zamanda bizlere de umut ve mutluluk kapısı oldu.
Nazilli küçük yer. İnsanda yükselme hırsı oluşturmayacak kadar sakin ve dingin. Hava güzel, su güzel, yaşamak kolay. Büyükşehirlerdeki hareket ve yoğunluk yok burada…
İşimi geliştireyim, değiştireyim gibi kaygılarımız olmaz bizim. Ama son günlerde şunu gördüm ki; sadece işinizi doğru, düzgün yaparak, iyi niyetinizi muhafaza ederek ve başkalarını zor anlarında destekleyerek bile gelişmek ve büyümek mümkün.
Bu anlattıklarımın hepsini Sayın Mehmet Akgül yapmış durumda.Kendisi Akgül matbaasının sahibiyken, zamanla Nazilli Adalet ve Nazilli Anadolu Gazetelerinin de sahibi olmuştur.
Basınla iç içe olduğu halde her zaman mütevazı kişiliğini korumuş, işi uzman kişilere delege etme konusunda yeterlilik göstermiş nadide bulunan insanlardandır. Her şeyi ben yapayım, daha çok şey yapayım arayışına girmeden yaptığı işe odaklanmış ve sonunda da o işi en iyi yapar hale gelmiş bir insandır.
Buradan yeni iş yerlerinin hayırlı olmasını diliyor ve tekrar Nazilli’mize yaptığı katkılardan dolayı teşekkür ediyorum. Gazetede ve matbaada çalışan, en başta sevgili arkadaşım Rabia İmren Esenkoğa olmak üzere tüm çalışanlara da güzel ve üretken bir çalışma hayatı diliyorum.
Ne istediğini bilen insanlar olarak artık bizlere bu anın keyfini çıkarmak kalıyor. Öncelikle bu yeni oluşumların tadını çıkararak yaşamak ve artık yeni hedefler belirlemek kalıyor geriye…
Ne istediğini bilen,
İstediği şeylere ulaştığında keyfini süren,
Hayata her zaman umutla bakan, insanlar olabilmemiz dileğiyle…


Gül ATAY

12 Şubat 2011 Cumartesi

YAPMAK İSTEDİKLERİMİZ...

‘İnsanlar plan yaparlar, kader de onlara gülermiş ...’
Yukarıdaki söz, kime ait bilmiyorum maalesef ama olsun, kim söylediyse güzel söylemiş. Yüreğine sağlık! Evet bazen biz yapmak istediğimiz şeyleri sıralar, kendimize göre bir hayat akışı oluştururuz; ‘Şunu şu zamanda yapacağım, filan tarihte şuraya gideceğim ...’ gibi kararlar alırız, uygulamaya çalışırız. Hayat, hiç beklenmedik zamanlarda bize gücünü gösterir ve ne yapmamızı istiyorsa, o yöne doğru sevkeder bizi...
En son bu yarıyıl tatilinde böyle bir durum yaşadım. Kendime göre; ‘Tatilde şuralara gideceğim, şu kadar gün kalacağım!’ gibi hesaplar yapıyorken, evdeki hesap çarşıya uymadı ve biz, ailece yapmak istediğimiz şeylerde, yapmamız gerekenlere doğru bir değişiklik yaşamak zorunda kaldık... Değişiklik yaşadık yaşamasına ama Allah’tan esnek olmayı, duruma göre tavır almayı benimsemiş insanlar olduğumuz için çok zorlanmadık. Hemen yeni durumumuza göre düzenlemeler yapıp, uygulamaya başladık.
Bu zaman zarfında, yapmak istediklerimiz şeyler, gitmek istediğimiz yerler plan haricinde kalmıştı ama olsun! Yaşıyorduk ya, sağlıklıydık ya, bir aradaydık ya... En azından yapmak zorunda olduklarımızı yapabilecek güce ve imkanlara sahiptik ya... Bu, her zorluğu yenmeye yeterdi bence.
İnsan olarak, öncelikle kendimizi sonra da çocuklarımızı hayata karşı hazırlarken, esnek olmayı öğrenmek ve öğretmek durumundayız diye düşünüyorum. Hayatımızda bize göre ters bir durum oluştuysa bile, hemen duruma ayak uydurup, yeni değişikliklere göre düzenleme yapmamız gerekiyor.Bu konuya verebileceğim en güzel örnek çay demlemek. .. Kendi adıma söylüyorum, sabahları kahvaltıda çay içmek, olmazsa olmazlarımdandı. Çalıştığım günlerde bile, dar vakitte mutlaka çayımı demler, bir bardak olsun içmeden evden çıkmazdım. İşte o günlerde, eve elektrikli bir çaydanlık almıştım. Çayı demlemek üzere hazırlığımı yaparken, diyelim o sabah elektrikler kesildi. ‘Tüh, elektrikler gitti! Ben çaysız ne yapacağım şimdi?’ diye hiç endişelenmedim.Hemen hızlıca, ocağın üzerinde çay yaptığım klasik çaydanlığımı ortaya çıkarıp, onunla çayı demlerdim.Ha, o arada elektrikler mi geldi... Hemen elektrikli çaydanlığa geri dönerdim. Aynı şeyler tüp için de geçerliydi.Tam yemek yaparken tüp biterse, hemen elektrikle ne yapacaksam ona çevirirdim yapacağım yemeği...
İşte hayatım genelde böyle hızlı kararlarla, sonuçta çok da aksama yaşamadan geçip gidiyor. Yaşadığım olaylarda bir aksilik veya bir değişiklik oluştuğu zaman ‘ hayır aramak’ gibi bir alışkanlığım vardır Allah’a şükür! ‘Niye bunları yaşıyorum? Aksiliğe bak!’ gibi durumları yaşamadım . Bazı durumlarda üzülüp, canım sıkılıyor ama hemen ‘Vardır bunda da bir hayır!’ diyerek hayatıma kaldığı yerden devam ediyorum.
Hayat akıp gidiyor... Zaman geçip giderken bizim ona yetişmemizi beklemiyor. Biz zamana yetişeceğiz, hayata uyum sağlamamız gerekiyor.Esnek olmayı, sorunlar karşısında yıkılmamayı öğrenirsek, bazı zor durumları çok da zarar ve yara almadan atlatabiliriz diye düşünüyorum.
‘Bu düşüncelerim nereden kaynaklanıyor? Hayata karşı nasıl böyle hazırım? Değişiklikler karşısında bu kadar hızlı uyumu nasıl yaşıyorum?’ sorgulamalarını yaşıyorum sık sık. Bu sorgulamalar, beni aldığım üniversite eğitimine ve okuduğum kitaplara götürüyor çoğu kez.Ama en çok içinde büyüdüğüm aileden kaynaklandığını görüyorum.
Biz yedi çocuklu, dokuz kişilik geniş bir aileydik... Çevremiz sürekli insan doluydu; akrabalar,arkadaşlar, komşular... Benim, çocukluğumdan beri kitap okuma alışkanlığım olduğu için aynı zamanda çevremi gözlemleme yeteneğim de gelişmişti. Kalabalık bir ailede her şey her zaman değişebilme potansiyeline sahiptir. Kararlaştırdığınız şeylerin değişikliğe uğrama olasılığı yüzde seksenbeşten fazladır. Çünkü aynı ortamda pek çok kişiyle yaşıyorsunuzdur. Yapılacak çok iş, ilgilenilecek çok kişi vardır. Biz pek çok zorluğa sevgiyle yaklaşmış bir aileyiz.Zorlukları, yükümüzü paylaşarak atlattık. Çok iyi hatırlıyorum, bulaşık yıkamak başka evlerde sorun olurken, bizim evde yarış haline gelirdi. Rahmetli anneciğim, bizden önce bulaşık yıkamak için sofradan erken kalkar, daha biz hiçbir şeyin farkında değilken işe koyulurdu bile. Zamanla durumu farkeden biz kızlar, ondan önce bu işi yapmak için yarışır hale geldik. Bu durum hala daha sürmektedir.Babamı ziyaret gittiğimiz bayram günlerinde, çok bulaşık olmasına ve evde bulaşık makinası olmasına rağmen, ‘Ben yıkayacağım!’ yarışı hüküm sürmektedir. Sanırsınız ki orada bulaşık yıkamak, dünyanın en önemli işi...
Kalabalık ailemizde değişimi tanıdım ben ve alıştım... Üstüne yıllardır okuduğum kitapları koydum. Yıllar geçince, üniversitede aldığım ‘İŞLETME’ eğitiminin ne kadar güzel sonuçlar verdiğini gördüm. Okulda bize hayata nasıl tutunacağımız öğretilmiş meğerse. Aradan yıllar geçtikçe anladım bunu. Bu sebeple, çevremdeki gençlere işletme eğitimi almalarını öneriyorum. Hatta bana kalsa, gençlerin hepsine bir şekilde hayatı öğreten bu eğitimden verilmesini sağlardım. Çünkü diyelim ki Ziraat Mühendisliği okuduk ve bir kamu kuruluşuna işçi olarak girdik. İnanın yaşanan tahribat o kadar büyük oluyor ki, insan kendine gelemiyor uzun süre. Kendi adıma söylüyorum, özel sektörde çalışırken, kamu kuruluşunda çalışırken ve şimdilerde hobi amaçlı yaptığım işi yaparken hiç zorlanmadım. Gayet uyumlu bir şekilde her ortamda ve her görevde çalışabildim.
Bu yüzden diyorum ki, çocuklarımızı hayata hazırlarken, onları değişken şartlara göre hazırlamalı, aldıkları eğitimden farklı bir iş yapsalar bile, başarıyla altından kalkabilecekleri şeklinde yetiştirmeliyiz. Yaşadıkları şehri değiştirseler bile uyum sağlamalarını kolaylaştıracak şekilde onları hayata hazırlamalıyız.
Hayatı ,değişimleri ve sorunlarıyla kabul edip, her şeye rağmen yaşamaktan zevk alır halde eğitmeliyiz. Bu eğitimi okuldan, öğretmenlerden beklemeyip, aile olarak biz vermeliyiz.
Esnek olabilen,
Değişimlere ayak uydurabilen,
Zor zamanları kolaylıkla atlatabilen,
Herşeye rağmen yaşamaktan zevk alan insanlar olabilmemiz dileğiyle...

Gül ATAY
12.02.2011

5 Şubat 2011 Cumartesi

BİZE ÖĞRETİLENLER...

‘Her gördüğün ata sakın deme binektir.
Sırrını verme dostuna, bazıları gevşektir.
Eşeğe altın semerde vursan; eşek yine eşektir.’

Ziya Paşa’nın bu dizeleri, son zamanlarda farklı bir şekilde dikkatimi çeker oldu.Okul zamanlarımızda,kompozisyonlar yazarken çok karşımıza çıkardı.Biz de dayanırdık kaleme; ‘Sırrını açık etme, herkesi bir tutma,iyi ile kötüyü ayır...’ Bunları yazar da yazardık. Ama ‘Eşeğe altın semer vurulsa,eşek yine eşektir!’ sözü, bu senenin Aralık ayında bende farklı bir biçimde yorumlar oldum.
Bizler, şimdiye kadar bu lafı hephakaret anlamında kullandık. Bizi hayal kırıklığına uğratanlara, kızdıranlara bu sözlerle hakaret ettik.Hoş yeni neslin bu gibi durumlarda atasözleri ve özlü sözler kullanma gibi bir alışkanlıkları yok ya... o da ayrı bir mesele...
Dediğim gibi son zamanlarda bu söz bende farklı açılımlar yarattı. ‘Eşeğe altın semer vursan, yine eşektir!’ Ben bunu; ‘Eşek kendi halinin o kadar bilincindedir ve o kadar kararlı ve kendinden emindir ki, hiçbir makam, şan, şöhret, para onu yolundan çeviremez. Kendini bilen eşek, üzerine yüklenen yükü sessizce taşır, sakin uysal haliyle, insanların her zaman yardımına koşar.Canı çok yanmadıkça sesini bile çıkarmaz. Tüm bunları yaparken, bakışlarında yüreğinin güzelliğini yansıtır.’ Olarak algılıyorum artık.
Bir şeylerin, bize yıllardır yanlış öğretildiğini düşünüyorum. Bakış açısı farklı olan insanların yani öğrencilerin susturulduğunu, öğretmen o konudan ne anladıysa, onun doğru olarak kabul ettirildiğini, kendi duygu ve düşüncelerimizin farklı ama doğru olabileceğinin öğretilmediğini düşünüyorum.
Katıldığım bir eğitimde, bize ‘İyi bir sunumun neye benzediğini kısaca anlatın.’ Diye bir ödev vermişti o anki eğitmenimiz. Biz de grup olarak, ‘İyi bir eğitim,hızlı bir arabayla yapılan güzel bir yolculuktur.Sizi bir noktadan alır, başka bir noktaya hızla ama zevkli bir şekilde götürür.Yolculuk sırasında etrafı seyrederken yeni şeyler öğrenir, bir noktadan başka bir noktaya giderken zevk de alırsınız.’ Görüşünü savunmuştuk.Güzel bir yorum yaptığımızı düşünürken, eğitmenimiz; ‘Hayır! İyi bir sunum,kalabalık bir gruba yemek hazırlamaya benzer!’ diyerek kendi görüşlerini açıklamaya başladı. Hayatımın en zor anlarından birini orada yaşadım.Diğer arkadaşlar, hemen kendi savundukları şeyi unutmuş, eğitmenin yaptığı açıklamayı benimser şekilde dinlemeye başlamışlardı. Ama ben, artık birden fazla doğrunun olabildiğini bilecek yaşfaydım, yani kırkdört yaşındaydım. İsterdim ki bari orada fikirlerimize saygı duyulsun, kendimizi ifade etmemize izin verilsin. Türkiye’nin en iyi üniversitesinde, öğretim üyeliği yapan eğitmenimiz desin ki; ‘Arkadaşlar, sizin yorumunuz da çok güzelmiş ama ben şöyle düşünüyorum...’ Sonrasında da kendi görüşlerini açıklasın isterdim.
‘Ağustos Böceği İle Karınca’nın hikayesini hepimiz duymuşuzdur, değil mi? İşte yıllar önce, ağustos böceğinin o sesi, neslini devam ettirmek için çıkarmak zorunda olduğunu ve bunu yaparken canının çok yandığını öğrendiğimde isyan etmiştim.Çok ulvi bir amaç için sen kendini feda et.Etrafındaki kendini bilmez bir kaç kişi, sana ‘Şarkı söyleyip,eğleniyorsun.Git biraz da çalış!’ desin...
Birileri çıkmış, bir şeyler yazmış, araştırmadan, doğrusunu öğrenmeden,sorgulamadan inanmışız.Bizim söylediklerimizin yanlış, kendilerinin ki doğru demişler, susmuşuz.Suçu kendimizde aramışız. Bize bunları söyleyen insanların konunun uzmanı olup olmadıklarını sorgulamadan...
Eşek örneğine geri dönmek istiyorum.Aslında övülmesi, örnek gösterilmesi gereken bir özellik, insanlar tarafından hakaret amaçlı kullanılmış. Ekeşleri oldum olası sevmişimdir.Her zaman fedakar, mütevazi, asil hayvanlar olduklarını düşünüp, hakaret amaçlı kullanılmasına da kızmışımdır; ‘ Niye böyle asil bir hayvanı, böyle basit insanlarla muhatap ediyorlar?’ diye.
Kısacası, evet altın semer vurulsa eşek yine eşektir.Çünkü şan şöhret,para makam umrunda değildir.O üzerine aldığı yükü, ne kadar ağır olduğuna bakmaksızın yerine ulaştırmayı hedeflemiş ve o yönde ilerlemektedir.Ağır yüklerin altında ezilirken bile asletinden ve kibarlığından vazgeçmeyip, güzel ve anlamlı bakışlarıyla dünyaya renk katmaya devam edecektir.
Artık, bu güzel ve asil hayvanlara bakış açımızı değiştirsek diyorum. ‘Eşek!’ Dediğimiz bir insanda bu özellikler var mı bir bakalım. Öyle olur olmaz yerlerde kullanmayalım. Tek kelimelik hakaretlerle kolayına kaçmayalım.
Bir insanda hoşumuza gitmeyen bir davranış varsa, bütün kişiliğine hakaret etmeyip, sadece bizi rahatsız eden davranışa odaklanalım.
En önemlisi, bizden farklı düşünen insanların da doğru düşünebildiklerini aklımızdan çıkarmayalım.
Değerimizi, kıymetimizi bilen insanlarla bir olmamız dileğiyle...

Gül ATAY
05.02.2011