27 Ağustos 2010 Cuma

AİLE DEDİĞİMİZ…

Ailemiz bizim dünyaya gelirken çaba harcamadan sahip olduğumuz sosyal çevredir. Toplum içine girince birileriyle iletişim kurmak için çaba sarf eder, iki kelime konuşmak için zorlanırken, ailemiz bizim her şeyi paylaştığımız insanlar olarak yer alır yanımızda. En azından beklenen budur.
Çoğu aile ortamında sevinçler paylaşıldıkça artar, sıkıntılar paylaşıldıkça azalır. Birlik beraberlik içinde zorlu hayat şartlarının altından kalkılabilir. Aile ortamında hayata hazırlanır, akabinde de yaşamaya başlarız.
İyiyi kötüyü önce ailemizde öğreniriz. Kardeşlerimizle kavga eder, biraz zaman geçtikten sonra hiç bir şey olmamış gibi hayatımıza neşe içinde devam ederiz. Dertlerimizi sıkıntımızı ailemizle paylaşırız, hepsiyle olmasa bile illaki birisi olur paylaşabileceğimiz. Ben çok çocuklu bir ailede büyüdüm ve büyürken bile çok şey örendim. Çevremde yaşanan her olay benim tecrübe haneme eklendi. Zaman içinde bu bilgileri kullanarak iyi ve kötüyü nasıl ayırt edebileceğimi öğrendim.
Maalesef her ailede beklendiği gibi hoş şeyler yaşanmıyor. Çevremizde görüyoruz anne ya da baba durumun gerektiği gibi davranmayınca, sorumluluklarını yerine getirmeyince aksamalar, sorunlar ortaya çıkıyor. Bu sorunlar evdeki çocuklara yansıyor ve davranış olarak tekrar ana babaya dönüyor. Tabii aradan yıllar geçtiği için ana baba yaptıkları ya da yapmadıkları şeylerin sonucunu yaşadıklarını anlayamıyorlar.
Çocuklarımız küçükken onlara her istediğimizi yaptırabiliriz. Yediklerini giydiklerini biz seçeriz, değer yargılarını davranışlarımızla biz oluştururuz. Çocuklarımız sözlerimizi değil ayak izlerimizi takip ederler. Eğer onlar büyürken yalan söylediysek, onlara kötü davrandıysak onlar da böyle davranılacağını düşünerek hem başkalarına hem de ana babalarına aynı şekilde davranıyorlar.
Eski zamanlarda yaşlı bir adam oğluyla gelininin yanında yaşıyormuş. Gelin kayınpederine çok kötü davranıyormuş, oğlan da karısını kızdırmamak için bu davranışa göz yumuyormuş. Yemek saatinde bile yaşlı adamı sofraya oturtmayıp, tahta bir kâsenin içinde hayvana yem verir gibi yemeğini veriyorlarmış. Bu insanların bir de küçük oğulları varmış. Oğlan çocuğu bir gün elinde bir tahta ve bıçak, bir şeyler yapmak için uğraşırken babası yanına yaklaşıp sormuş: ‘Oğlum ne yapıyorsun?’ Oğlan da : ‘Sen yaşlanınca sana yemek vereceğim tası oyuyorum.’ Demiş.
Adam o zaman babasına yapmış olduğu kötülüğün bir gün kendi başına da gelebileceğini anlamış ve o günden sonra babasına saygı göstermiş, ona ölene kadar çok güzel bakmış.
Bizim kültürümüz yaşlıya hürmeti emreder ama önemli olan gençken iyi tohumlar ekmek. Biz çocuklarımıza küçükken iyi bakar, iyi yetiştirirsek hem bizim için hem toplum için faydalı bireyler yetiştirmiş oluruz.
Eşlerden birinin vefat edipte tek başına çocuk büyüten insanların işi hepten zor Onların başkalarından iki misli daha dikkat etmeleri gerekiyor çocuk yetiştirirken. Hayat şartları iyice zordur onlar için. Bu zorluğun altından tek başına hakkıyla kalkabilenler için ise ödül büyüktür.
Allah hepimize sağlıklı, merhametli ve faydalı insanlar yetiştirmeyi nasip eder inşallah.

20 Ağustos 2010 Cuma

DOST MU? DÜŞMAN MI?

Bilgisayar, günümüzde herkesin vazgeçilmezi haline geldi. Elimiz, ayağımız; gözümüz, kulağımız oldu. Ne sorarsak cevap veriyor, eğlenmek istesek eğlendiriyor. İstediğimiz zaman açıyor ama hemen kapatamıyoruz.
Aniden en yakın dostumuz oldu, işyerlerimizde daktilonun yerine büyük bir hızla geçti ki değişim anlarını bire bir yaşayan çalışanlardan biriyim. Daktilo ile yazı yazarken, o zamanlar fotokopi de çok yaygın olmadığı için hazırlanan her yazı iki ya da üç nüsha olarak hazırlanırdı. Yazıda yapılan en küçük bir hata bütün sayfalardan düzeltilmeye çalışılır, olmazsa hepsi sil baştan yeniden yazılırdı. Hem emekler hem kâğıtlar boşa giderdi. Şimdi öyle mi ya! Mesela bu yazıyı yazarken, bir yanlış yaptığımda anında ya da yazı bittikten sonra düzeltme imkânım oluyor. Hem kâğıt masrafım olmuyor hem emek…
Nerede nasıl kullanacağımızı bilirsek, çok faydalı bir araç bilgisayarlarımız. Başında ne kadar kalacağımızı belirleyebiliyorsak, diğer sorumluluklarımızı aksatmıyorsak, ailemize ve topluma olan vazifelerimizi yapabiliyorsak ne mutlu!
Son zamanlarda çevremden duyduklarım ve dahi kendi yaşadıklarım bana endişe verir oldu. Bilgisayarın başına oturunca, dünyayı unutuyoruz. Paylaşım sitelerinden neredeyse olan biten her şeyden haberdar oluyoruz. Dünyadaki gelişmeleri bir tuşla öğreniyoruz.
Zaman zaman bilgisayarın başından kalkınca, gerçeklere uyum sağlamakta zorlanıyorum. Herşeye rağmen ilk fırsatta tekrar başına oturuyorum.
Biz yetişkinler, kendimizi denetleme konusunda şanslıyız. En azından başlamış bir hayatımız var ve sürdürmek için çalışmak zorunda olduğumuzu biliyoruz. Peki, hayatın çok başlarında olan gençlerimiz, böyle güçlü bir bağımlılıkla nasıl başa çıksın?
Başlarda, çocuklarımız evde gözümüzün önünde diye masumca başlayan bilgisayar – çocuk ilişkisi, gittikçe tehlikeli bir hal alıp önlenemez hale gelmeye başlıyor. Anneler babalar çaresiz, mutsuz, umutsuz bir halde çaresizlik içinde kıvranıyorlar.
Ben kendimden biliyorum, ancak çok önemli ve değer verdiğim başka bir şey için bilgisayarın başından kalkıyorum. Ama dedim ya bizler yetişkiniz, sorumluluklarımız ve değerlerimiz zaten mevcut.
Gençlerimiz daha sorumluluklarını üstlenmeden, değerlerini belirlemeden nasıl kalksın bu bağımlılığın altından? Başlamış bir kere. İnterneti kapatmak, modemi saklamak artık çözüm değil. Bu yöntemlerle engellemeye çalışmak çocuğumuzla ilişkilerimizi bozmaktan başka bir işe yaramaz kanaatindeyim.
Çocuklarımızı karşımıza alıp, durumu tüm açıklığıyla konuşup, ortak bir karara varmak faydalı olabilir. Bu da çocuk ve aile arasında olumlu bir ilişki varsa mümkün olabilir.
Çocuklarımızın hayatı sevmesini sağlamak, gerçekle sanal arasındaki farkı öğretmek, gülün sadece görüntüden ibaret değil, kokusunun ve dikeninin de olduğunu anlatmak zorundayız.



20.08.2010