29 Ocak 2011 Cumartesi

GURBET KUŞLARI...

Yaşadığımız günler okul tatillerinin yaşandığı günler.İlk, orta öğretimlerin ve üniversitelerin yarıyıl tatilleri yaşanmakta. Hafta sonuyla gelen tatil gününde sanırsınız ki herkes bir yereden bir yerlere göç ediyor...Göçmen kuşların gruplar halinde gezdikleri gibi, insanlar kalabalıklar halinde bir yerden bir yerlere gidiyorlardı.Ben de çocuklarımı görmek üzere yola çıkmış olduğum için bu kalabalık grubun içinde sürüklendim durdum bir süre...
Üniversiteyi ailesinin yanında okuyan şanslı insanlardanım. Gurbetlik duygusunu en azından o yaşlarda yaşamaya başlamadım. Evlenip,çoluk çocuğa karıştığım ilk sekiz sene de memleketimdeydim. 1991 yılında hayat şartları bizi Nazilli’de yaşamaya doğru harekete geçirdi. O yıl, Ankara’dan Nazilli’ye göçettik. Resmen göç yaşadık çünkü taşınmaya karar vermemizle taşınmamız arasında bir ay gibi kısa bir süre vardı.Her şey öyle hızlı gelişti ki kimse daha ne olduğunu anlamadan biz Nazilli’ye yerleşmiştik bile...
Gurbet kuşu oluşum o yıllarda başladı.Farklı bir bölge, farklı alışkanlıklar, farklı şive...Her şey çok zor gelmişti ilk zamanlar. Hala daha çok alışabildiğim söylenemez ama... Zor gelmişti bana gurbet. Her içim sızladığında, ‘Ya yurtdışında yaşayanlar ne yapsın?’ diye düşünüp kendimi avutmaya çalışıyordum.
Büyükşehirden gelmiştim, çalıştığım kurumun önemli bir yerinden gelmiştim, gençtim, ideallerim hayallerim vardı. Ama küçük bir yerde yaşamayı seçmiştim. ilk zamanlar bir süre içimdeki duyguları ve hayalleri korudum. Bu süre içinde yaşadığım yere uyum sağlamam zorlaştı. Bu zorluğu yaratan şeyin benim beklentilerim olduğunu farkedince, bıraktım eskiye dair ne varsa; duygu, düşünce,hayal, ideal...
Artık nerede yaşadığımın ve nasıl davranmam gerektiğinin bilincindeydim.Çevremdeki herkesi değiştiremezdim. En iyisi ve kolayı kendimi değiştirmekti ve ben de öyle yaptım. Yaşadığım yerin güzelliklerini ve kolaylıklarını ön planda tuttum hep. Bu şartların aslında bizim için en doğrusu olduğunu ise yıllar sonra çocuklarım üniversiteye başlamılken anlayacaktım.
Çocuklarım, küçük bir yerde yaşadıkları halde, üniversite eğitimi için geldikleri büyükşehirde hayat şartlarına uyum sağlayarak yaşamayı becerebildiler Allah’a şükür. Çevremde çoğu kişiden duyuyordum, çocuklarına ev tutup,sınav zamanları yanlarına gittiklerini, onların yemek ve temizlik işlerinde yardımcı olduklarını. Herkes aynı şartlarda değildir elbette ama ben çok yanlarında olamadım, gurbete gönderdiğim çocuklarımın.Arada sırada çok ihtiyaç oldukça gidebildim yanlarına.
Zaman içinde gördüm ki bu gidemeyişimiz bile onlara olumlu katkılar yapmış.Evet hayatın zorluklarıyla tek başlarına mücadele etmişlerdi ama nasıl mücadele edileceğini de öğrenmişlerdi.Bize ya da başkalarına yıkılmadan hayatın sorumluluğunu üstlenmeyi öğrenmişlerdi.Az parayla idare etmeyi,aç kalırlarsa güçsüz kalacaklarını, ‘Yemeğini ye, üstüne kalın bir şey giy!’ diyen biri olmadan da yaşamayı öğrenmişlerdi.Biz anne ve babaların çocuklarımıza öğretmemiz gereken en önemli şeyin kendi ayakları üzerinde durdukları bir hayat olduğuna inanıyorum.

Yaşadığımız yer küçük, kolay ama orada edindiğimiz beceriler bizim büyükşehirde yaşamamızı daha bir kolaylaştırmış sanki.Küçük yerde yaşarken hayatın bir provasını yapmışız sanki,gerçeğe dönüştüğünde de zorlanmamışız. Herkes için bunlar aynı olmayabilir. Ben kendi hayatımızdan örnek veriyorum. Böyle olmasında en büyük etkenin; bizim başka bir büyükşehirden yani Ankara’dan hayatın zorlukları sonucu Nazilli’ye gelmiş olmamızdır kuşkusuz.
Yaşanacak zorlukları bildiğimiz için çocukları da ona göre yetiştirmişiz. Küçük yer şartlarına göre değil, dünyanın büyüklüğünü fark ede ede kendimiz dahil, yaşamış ve gelişmişiz.
İşte bu gün, hayatı öğrenip yaşamayı başaran çocuklarımın yanındayım, yani İstanbul’dayım.
Gurbet kuşu, gurbet kuşlarını ziyarete geldi. Bir yerden başka bir yere gitmek, insana hayatı sorgulatıyor...Mukayeseler yapma imkanı veriyor; ‘İyi ki!’ diyor, ‘Keşke!’ diyor... Allahtan ben, ‘İyi ki!’ faslına geçtim. Yaşadıklarımızın bizim için yazılmış en uygun ve doğru senaryo olduğunun farkına vardım çok şükür. Kendi gurbetimin çocuklarımın sılası olduğunun da farkındayım. ‘Artık çocuklarının yanına yerleşirsin.’ Diyenlere, ‘Çocuklarımı, döneceğimiz bir yer var duygusundan mahrum edemem.Ana baba evlerinin sıcaklıgının varlığını hep hatırlamalılar. Büyükşehirden ve hatta başka ülkjelerden sıkıldıklarında, bunaldıklarında dönüp gelebilecekleri güvenilir bir limanları olduğunu bilsinler.’ Diyorum.
Gurbet olmasaydı kavuşmak bu kadar güzel olmazdı. Çocuklarımın beni görünce yaşadığı mutluluğu ve sevinci görmek ilk defa iyi ki gurbetteymişiz dedirtti. Gün olup gurbeti seveceğimi söyleseler, ‘Deli misiniz siz, olmaz öyle şey !’ der ve inanmazdım ama yaşadım ve gördüm.
Aileden ayrı yaşamanın kötü olmadığını,
Büyükşehirden, küçük bir yere taşınmanın imkansız olmadığını, İşte ayakları üzerinde durup, bir evi paylaşarak genç yaşlarında zoru başaran çocuklarımın yanındayım şimdi, yani İstanbul’dayım
Küçük bir yerden, büyükşehire okumaya gitmenin zor olmadığını gördüm.
Başımıza gelen her şeyin aslında bizim hayrımıza olduğunun bilincinde bir hayat sürmemiz dileğiyle...

Gül ATAY
29.01.2011
İSTANBUL

22 Ocak 2011 Cumartesi

HİÇLİK NEDİR?

Sen, senliğini bırak! Ben, benliğimi!
Sen, senliğinden vazgeç! Ben, benliğimden…
Sensiz, bensiz olalım!
"Hiç”likte buluşalım!
"BİR" olalım!

Hz. Mevlana, insanları birleştirmek için yüzyıllar öncesinden böyle demiş, demiş de insanlar bu sözün anlamını yerine getirebilmiş mi? Önemli olan bu…
İnsanız hepimiz, ben olma, bir şey olma, kimliklerimize sıkı sıkıya sarılma ihtiyacı içindeyiz.
Bir yerlere gittiğimde kendini tanıt dediklerinde aklıma ilk gelen; ‘Evli, üç çocuk annesi, okumayı seven birisiyim.’ Cümlesi olur. Tabii karşı taraf ‘Bu da hiçbir şeymiş!’ der geçer. Benim bu saydıklarım hiçbir şeyse evet, hiçbir şeyim.
Eğitimlere katılmayı çok severim, Ankara, İstanbul, İzmir. Nerede ihtiyaç hissettiğim bir konuda eğitim varsa, mutlaka vakit ve nakit ayırırım, katılırım o eğitime. İşte en çok oralarda yaşarım bu anları. Çünkü Türkiye’nin değişik yerlerinden, değişik meslek gruplarından ve değişik hayatlar yaşayan insanları, orada toplanmıştır. Aynı eğitime katılmışızdır ama hepimizin hedefleri farklıdır. Kimi sertifika alıp, o alanda eğitimler vermek için gelir. Kimi, mesleki alanda daha üst düzeylere çıkmak için gelir. Kimi kim olduğunu, daha doğrusu kendisinin olduğunu sandığı kişiyi başkalarına anlatmak için gelir. Ben gariban da; ‘ Daha çok ne öğrenebilirim acaba?’ diye sadece öğrenme amaçlı katılırım bu eğitimlere.
Tanışma fasıllarımızda bazılarından o kadar çok kimlik tanımı çıkar ki, ‘Bu kadar büyüksen bu eğitimde öğreneceğin daha ne kaldı da buraya geldin?’ sorusunu sormaktan kendimizi alamayız. Çalıştıkları yerleri söylerler. Bitirdikleri okulu söylerler. Daha önce aldıkları eğitimleri sıralarlar. Sanırsınız ki, her şeyi biliyorlar da buraya lütfedip gelmişler, sadece o ortamı şereflendirmek için…
Katıldığım her eğitim, ayrıca bunları da öğretti bana. İnsanların hangi durumlarda nasıl davrandıklarını, hayalle gerçeği nasıl karıştırdıklarını, göstermeye çalıştıklarıyla görünenin nasıl farklı olduğunu öğrendim, bu eğitimlerde. Benim oralara gitmekteki amacım sadece öğrenmek olduğu için sessiz kalır dinlerdim. Çok iyi bildiğim konular geçerken bile yorum yapmaz, bilmeyen diğer arkadaşların öğrenme hakkını almayayım diye derse müdahale etmezdim. Ama görürdüm ki başkaları ufacık bilgisiyle bile ahkâm keser, ne kadar bilgili olduğunu göstermek için dersi bir saat geciktirirlerdi.
O zamanlarda hep şükretmişimdir Allah’ıma, beni böyle, sapla samanı ayırabilir bir halde yarattığı için. Daha doğrusu içime öğrenme aşkını yerleştirdiği için…
Bir yere bir şeyler öğrenmeye gidiyorsa bir insan, kafasını boşaltmalı, eski bildiklerini unutmalı… Unutmalı ki, yeni bilgiler kafasına girebilsin! Daha önce yapmadığımız bir şeyin eğitimini alıyorsak, yeni şeyler uygulama zamanımız gelmiş demektir. ‘Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar elde edemeyiz!’ demiş, Einstain. Değişmek istiyorsak değişmemizi sağlayacak, değişik şeyler yapmamız gerekir.
İşte hiçlik boyutu burada devreye giriyor benim düşüncelerime göre. Farklı bir amaçla farklı bir ortama giriyorsak, o ortamın gereklerini yapmamız gerekiyor. Her zaman yaptığımız işten farklı bir iş yapıyorsak ve bu işi yapabilmek için başkalarıyla ekip çalışması yapmamız gerekiyorsa, diyorum ki; ‘Var olabilmek için önce yok olmayı öğreneceğiz!’
Meslek gruplarındaki hiyerarşik düzenleme bazı zamanlarda yok edilmeli ki daha başarılı işlere imza atılabilinsin. Alt elemanından gelen yararlı ve kar getirebilecek önerilere amirler uygulama fırsatı versin ki hem kurum gelişsin, hem insanlık…
Bazı durumlarda faydalı ama farklı bir öneriyle yaklaşan insanlara ödül yerine ceza bile verilebiliyor. Eski zamanlarda doktorlar, doğum yaptırırken ameliyat eldiveni kullanmazlarmış. Doktorlardan biri çocuk ve anne ölümlerini araştırırken, doğum sırasındaki mikrop kapmasından kaynaklanan ölümlerin çokluğunu fark etmiş ve doğum sırasında da doktorların eldiven takması gerektiğini söylemiş. Ne yapmışlar dersiniz? İşten atmışlar o doktoru. İşten atılmış ama hazırladığı çalışma başkalarının dikkatini çekmiş, haklı bulunmuş ve artık eldivenle doğum yaptırılma kararı alınmış. Ama eminim bu süreç çok uzun sürmüştür.
İnsanları yeni şeylere inandırmak, değiştirmek zor, hatta imkânsız. Kendileri hazır olduklarında inanıp, değişiyorlar.
Ben daha önemliyim, mevkiim senden yukarda, en iyi ben bilirimleri bırakıp, hepimiz için en iyiye doğru gitsek…
Kendimizden tamamen vazgeçip, başkaları uğruna feda edelim de demiyorum. Sadece ben önemliyim ama sen de benim kadar önemlisin noktasında insanlara yaklaşalım istiyorum. Dünya büyük, nimetler çok! Hepimize yetecek kadar… Paylaşmayı bilelim.
Zor durumda olanlara yardım edelim. Bence paramızı en iyi değerlendirme yeri bankada faizde tutmak değil, başka insanların kullanımına sunmaktır. Çünkü o para zaten bizim değil. Geçici olarak kullanmamız için bize verilmiş.
Zamanımızı, ilgimizi, bilgimizi başkalarıyla paylaşalım. Göreceğiz ki paylaştığımız bu değerlerimiz artarak, ihtiyacımız olduğu anda bize geri geliyor.
Hiçlik makamına erişip, BİR olabilmemiz dileğiyle…

Gül ATAY

14 Ocak 2011 Cuma

BAŞIMIZA GELENLER…

Hayatı bir tiyatro oyunu seyreder gibi seyredersek, çıkıp o oyunda oynama fırsatını asla elde edemeyiz. Olaylara, insanlara, kendi başımıza gelenlere seyirci kalırsak, süreci değiştirmede bir rolümüz olmaz. Başımıza ne gelirse yaşamak kalır bize… Tıpkı, bir tiyatro oyununun hazırlanıp, sahneye sunulduğu gibi, oturur seyrederiz hayatımızı.
Hayat, bize her zaman bir şeyler öğretir. Dersini çalışanlar, ödevini yapanlar iyi not alır, bir üst sınıfa geçer, dersini alamayanlar aynı olayı defalarca yaşar. Ta ki öğrenene kadar…
Kalabalık bir ailede yaşamış olmam bana çok şey öğretmiş. Bir iki gün önce ailemi ziyaret için, baba ocağındaydım. Kısa süreli kaldım ama sanki bütün hayatım, film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Kalabalık bir ortamda, bıraktığınız bir şeyin aynen yerinde kalması adeta imkânsız. Çünkü ya başkasına engel olacaktır, ya da yapılması gereken başak bir şey vardır. Her an her ihtimali düşünüp, öyle davranmak gerekiyor, hayatınızda aksamalar olmaması için. Bu son ziyaretimde anladım, neden yedi çocuklu bir evde dünyaya geldim, neden annemin ve babamın çocuğu oldum ve neden yedi kardeşin en küçüğü oldum; hayatı en iyi ve en kısa yoldan öğrenmem için…
Yaşadığım her olay, her duygu bana hayatı öğretmiş, gelişmemi sağlamış. Kalabalık içinde büyürken, yapılanların veya yapılmayanların insan hayatını nasıl etkilediğini gördüm. Aile bireylerinin arkadaş ve komşu ilişkilerini gözlemlerken, insanların her zaman değişebileceklerini öğrendim. Başkasına yardım ve hizmet ederken aslında kendime yardım ettiğimi fark ettim. Çok şey öğrendim yani…
‘Neden ben bu ailede dünyaya geldim, neden evin en küçüğüyüm?’ Sorularını hep sormuşumdur kendime. Başıma gelenleri her zaman düşündüm, sorguladım. Başka şekilde davransaydım sonucu değiştirebilir miydim diye yeni senaryolar hazırladım. Zaman içinde ve okuduğum kitapların sayesinde önemli bir şey öğrendim. Başımıza gelen olayları, ailemizi, yaşadığımız yeri değiştiremiyorduk belki ama değiştirebileceğimiz bir şey vardı: TUTMUMUZ!
Başımıza gelenlere, ailemize, yaşadığımız yere bakış açımızı değiştirerek, geliştirerek bakarsak tutumumuz değişiyor, bu değişiklik duygulara da yansıyor. Duygularımız değiştikçe hayatımız da değişiyor.
Bakış açımızı genişletmekten, olumluya çevirmekten söz ediyorum. Olumlu bir bakış açısı ve tutum belirlersek, hayatın bize vermeye çalıştığı dersi daha çabuk kavrayabiliriz.
Yaşadığımız yerin ve ailenin bizim için planlanmış en iyi şey olduğunu düşünürsek, onlarla yaşadığımız sıkıntıların artık sıkıntı ve eziyet olmadığını fark edeceğiz. Dünyayı değiştirmemiz mümkün değil, durdurun inecek var demek de… Aynı insanlarla, aynı yerlerde yürümeye devam edeceğiz. Önemli olan bu yürüyüşü, yaşayışı herkes için tahammül edilir kılmak. Bir aile olmak demek, pek çok kişiyle bir arada yaşamak demek. Sadece kendi duygu, düşünce ve isteklerimize göre yaşayamayacağımız demek. Başkalarıyla bir olarak, gerektiğinde kendimizden fedakârlık etmek demek. Kendimizden ettiğimiz her fedakârlık da gelişme ve büyüme yönünde bir adım daha atmak demek. Çünkü zorluklar ve sıkıntılardır bizim gelişmemizi sağlayan. Sevdiklerimizi daha iyi ortamlarda yaşatmak için yapılmamış mıdır bütün icatlar. Başkalarına daha faydalı olmak için geliştirilmedi mi bütün buluşlar. Kendi branşımdan örnek vermek istiyorum; Birinci Dünya Savaşı sırasında, İngiliz pilotlarının görme alanını genişletip, düşman uçaklarından korunmaları için bir yöntem geliştirilmiş: TAKİSKOSKOPİ…
Bu yöntem uygulanmış, elde edilen başarıdan sonra bunu başka insanların hizmetine sunmuşlar ve ortaya şimdilerde yaygın olarak kullanılan ‘Takiskoskopik Hızlı okuma Tekniknikleri’çıkmış.
Savaş için geliştirilen bir yöntem, insanlığın gelişmesi için yaygın hale getirilmiş.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Anlatmaya çalıştığım, yaşadığımız her sıkıntı bizi geliştirmek ve fayda sağlamak üzere tasarlanmış. Bire bir olayları, insanları değiştirmemiz mümkün olmayabilir. Bakış açımızı geliştirirsek ve değiştirirsek, her şeyde farklı bir ayrıntı daha göreceğiz. Benim başıma gelen sıkıntı bana bir şey öğrettiyse ve ilerde aynı şeyi yapmaktan alıkoyduysa faydalıdır. Yaptığımız hatalar tecrübelerimizi oluşturur. Tecrübelerimiz de hayatımızı…
Hayatı seyredersek, kıyısından yani başka insanlara yardımcı olmaz, kendi hayatımızın dümenine geçmezsek, hayat da bizi seyreder kıyıdan…
Yapabileceğimiz, değiştirabileceğimiz şeyler var hayatta. Ne zaman sahneye çıkıp, bizim için yazılan senaryoyu oynarız, işte o zaman hayattan aldığımız dersleri uygularız. Başka hayatlara ilham olur, katkıda bulunuruz.
İyi düşünelim; hayata seyretmeye mi geldik, bizim için yazılanı, oynamaya mı?
Derslerimizi en kısa sürede alacağımız bir hayat diliyorum.


Gül ATAY

7 Ocak 2011 Cuma

HADDİNİ BİL!

Ne kadar okursam okuyayım, ‘ Ne biliyorsun?’ dediklerinde sadece; ‘HADDİMİ BİLİYORUM!’ derim.’
Mevlana’nın bu sözü, çok okumanın anlamını ve sonucunu da açıklamış oluyor en güzel haliyle.
Okumak, öğrenmek, gelişmek güzel. İnsanın hayatına anlam katıyor. Bildiklerimiz artınca, kendimize güvenimiz de artıyor. Farklı hissediyoruz kendimizi. Bir süre sonra bu farklı hissediş toplumdan kopma aşamasına gelebiliyor. Çünkü bizim bildiğimiz birçok şeyi etrafımızdaki insanlar bilmiyor, anlamıyor. Fikirlerimiz ve duygularımızla yalnız kalıyoruz çoğu zaman.
Bu kavşağa geldiğim yıllarda, yani ben başkalarından çok biliyorum onlar az biliyor noktasına geldiğim zaman tehlikeli bir dönemeçte olduğumun endişesini, iliklerime kadar hissetmiştim. Hayatımın geri kalanı için önemli bir karar vermek durumundaydım. Çevremdekilerden kopmamak için ya okumayı, öğrenmeyi, gelişmeyi bırakacaktım ya da iletişim kurmanın yeni yollarını öğrenecektim. Bunca yıl emek verdiğim, okumayı, öğrenmeyi bırakıp geri adım atma düşüncesi bile hiç hoşuma gitmedi. Bu yüzden ikinci yolu seçtim. Okuduğum her şeyi sadece kendimi geliştirmek için okudum, başkaları bu konuda ne düşünüyor, ne biliyor sorgulaması yapmadan… Dedim ki; ‘Önce kendimin noksanlıklarını gidereyim. Benim her şeyim tam değil ki, dönüp başkalarını eleştireyim.’
Böyle olunca, başkaları ne biliyor ne bilmiyor konusu kafamı kurcalamaz oldu artık. Öyle ya, bilmediğim o kadar çok şey var ki, hayatım boyunca okusam öğrenmeme yetmeyecek…
Okuduğum şeyleri de değiştirdim bu süre içinde. Değiştiremeyeceğimiz konularda okuyunca, o bilgi bir süre sonra insana yük oluyor. Bu yüzden okuyunca, değişebileceğim, değiştirebileceğim konulara yöneldim. Başkalarının fikirlerini çok önemsemedim. Eğer benim hayatıma olumlu bir şey katmayacaksa hiçbir düşünce, fikir ve eylemi hayatıma dâhil etmedim. Bir gruba girip, sadece oranın bir ferdi olarak kalmadım. Orada yapabileceğim şeyler varsa yaptım, yapacağım şeylerin olmadığı gruplardan ve ortamlardan uzaklaştım. Çünkü boşa harcanacak vakit yoktu.
Benim vaktim hep değerli olmuştur, şu noktada; üç çocuğum var. Yaptığım ve yapmadığım her şey benimle birlikte onların da hayatını etkiliyor. Seçimlerimi yaparken hep bunu göz önünde bulundurdum: ‘Çocuklarım olumlu veya olumsuz etkilenecekler mi?’ Onlar için en iyisini yapmaya çalıştım hayatım boyunca. İlgisizmiş gibi göründüğüm anlarda bile onlara faydalı olmaya çalışıyordum aslında. Zaman içinde gördüm ki, çok doğru bir seçim yapmışım.
Kitap okumak, insanda farklı açılımlar meydana getiriyor. Bakış açınız genişliyor. Karşınızdaki insanın yerine kendinizi koyuyor ve onu anlıyorsunuz. Anlayınca da çatışmalar sona eriyor.
Yıllar için de kişisel gelişim kitaplarına yönelişim kaçınılmaz oldu. Demiştim ya değiştirebileceğim şeylere yöneldim diye. İşte bir insanın hayatta değiştirebileceği tek şeyin kendisi olduğuna inandığım için, işe kendimi değiştirmekle başladım. Okuduğum kitapların hayatımı değiştirme ve geliştirme yönünde katkısı olduğunu hissettiğim anda ne olmak ve nasıl olmak istiyorsam o konuda kitaplar okumaya başladım. Bu okuyuş bana yapabileceğim şeylerin hiç de az olmadığını gösterdi.
Kişisel gelişim kitapları en çok değişime yöneliktir. Şimdiki halinizden başka olmak istiyorsanız değişmelisiniz der. Ben de okuduğum şeyleri hayata geçirmeye başladım. Her söyleneni en az bir defa uyguladım. Sonucundan memnun kaldıklarımı hayatım dâhil ettim, yararlı bulmadıklarımı eledim, gitti. Değişim ve gelişim sırasında fark ettim ki, aslında çok şeyler yapabilirmişim. Yani aslında sınırlarım benim bildiğimden daha genişmiş. Yapabilir olduğum çok şey varmış da benim haberim yokmuş. Hani herkes darda kalınca, hiç yapmadığı bir şeyi yapar ya… Kadınlar, arabanın tekerini değiştirir, erkekler çamaşırı elleriyle yıkamak zorunda kalır, işte öyle bir şey. Aslında hepimizin içinde hiç kullanmadığımız büyük bir güç var. Kendimizi o kadar sınırlamışız ki, neler yapabiliriz asla farkında olmuyoruz. Ben artık farkındayım. Neler yapabileceğimi biliyorum. Zamanı geldikçe, yapabileceğim şeyleri tek tek hayata geçireceğim inşallah.
Tam da bu noktada, en başta Mevlana’nın sözleri bende farklı bir çağrışım uyandırdı. Şimdiye kadar biz, haddini bilmekten; susup oturmayı, saygılı ve alçak gönüllü bir insan olmayı anladık hep. Ama belki Mevlana bize ta o yıllardan neler yapabileceğimizi göstermek istemiştir. Yapabileceğimiz şeylerin sonsuz olduğunu anlatmak istemiştir diye bir düşünce geçti aklımdan. Onun sözünü bir de bu bakış açısıyla sorguladım kendimce.
Diyelim ki ve inşallah öyle demek istemiştir ama biz kendimizin neler yapabileceğimizi bilmiyor isek, sınırlarımıza ulaşmayı da beceremeyeceğiz demektir.
Bu durumda öncelikle kendi sınırlarımızın farkında olmamız gerek. Neler yapıp, neler yapabileceğimizin ve hatta bunu en kısa yoldan öğrenmemiz gerek.
Bunun için önce içimize dönmeliyiz. Kendimize sorular sormalıyız.’Kendi istediğim hayatı yaşıyor muyum? Yapmak istediklerimle yaptıklarım aynı mı?’ gibi sorularla, önce kendimizi tanımamız lazım. Sorular sorunca kendimize, beynimiz, bilinçaltımız bir süre sonra o soruların cevabını da gönderecektir; bir şarkı, bir şiir, kitapta okunan bir cümle ya da tanıdığımız birinden duyduğumuz bir söz olarak. Ya da en iyisi içsel bir düşünce olarak duyacağız bu cevabı…
Evet, haddimizi bilmek, bizi;
İnanamayacağımız yerlere ulaştırabilir.
Her türlü başarıya kapımızı açabilir.
İç huzurumuza kavuşmamızı sağlayabilir.
Toplumumuz için en faydalı bir insan haline getirebilir.
Sorularınıza aldığınız cevapları yakalayabilmeniz dileğiyle…


Gül ATAY
08.01.2011