26 Aralık 2009 Cumartesi

BAŞARILI OLMAK...

Başarılı olmak ne demek?


Başarı için çok çalışmak gerekli bilinen bir şey. Biz harıl harı çalışıyorken birileri kopya çekerek bizden daha yüksek not aldıklarında, işyerimizde terfi etmeyi her şartıyla biz hak etmişken siyasi referans kullanarak terfi eden insanları gördüğümüz zaman hissettiklerimiz ne olacak?

Hemen pes edip bizde onlar gibi davranmaya mı başlayalım?

Kısa vadede böyle davrananlar kazançlı gibi gözükse de uzun vadede bakıldığında doğru ve dürüst olanlar kazançlı çıkıyor. Belki çok zengin, çok ünlü, çok üst düzey yönetici olamıyorlar ama daha huzur dolu bir hayat sürüp çevrelerine daha iyi örnek oluyorlar.

Nereden mi biliyorum? Kendimden!

KOLAYINA KAÇ!

Yapılan bir araştırmaya göre; suratımızı asmak için yüzümüzde 72 kasımızı, gülümsemek için
ise 26 kasımızı oynatıyormuşuz! Ama biz ne yapıyoruz? Her zamanki gibi zor yolu seçip,
hayatımızın büyük bir bölümünde suratımızı asıyoruz.

‘Kahkaha, insanın yündeki kışı uzaklaştıran güneştir.’demiş Victor HUGO. İşte size gülmenin bir faydası daha! Gerçekten de gülerken kendimizi daha sıcak, daha rahat hissetmez miyiz?
Adeta içimizde bir güneş doğar, önce kendimiz ısınır, sonra başkalarını ısıtmaya başlarız gülerken, gülümserken…

Araştırmalardan söz etmeye devam edecek olursak; insan gülmek istemiyorken bile yüzüne gülümseme ifadesi veriyorsa, bir süre sonra vücut otomatik olarak mutluluk hormonu salgılayarak gerçek bir mutluluk yaşatıyormuş. Nitekim William JAMES bu araştırmadan çok uzun zaman önce şöyle demiş:
‘Mutlu olduğumuz için gülümsemiyoruz. Gülümsediğimiz için mutlu oluyoruz.’
Kim bilir, belki bu söz üzerine yapılmış bir çalışmadır bu araştırma…

Arkadaşlar ‘ROL YAPIN!’ Mutlu değilken bile mutluymuşsunuz gibi davranın! Önce başkalarını mutlu olduğumuza inandıralım, bir süre sonra nasıl olsa kendimizde inanırız.
Mutlu olursak dünyaya olumlu bir katkı yapabiliriz. Sorunlar ve çaresizlikler içindeki bir insana kendi mutluluğumuzdan bir parça bulaştırmak yapabileceğimiz en güzel şey diye düşünüyorum.

Gülümsemek başka insanlarla iletişime geçmenin en kestirme yolu aynı zamanda. İlk defa içinde bulunduğunu topluluklarda ilk kim dikkatinizi çeker?
‘Gülümseyen, kahkaha atan neşeli insanlar!’ Yani en azından ben önce onları fark ediyorum ve mümkünse onlara yakın yerlerde bulunmaya çalışıyorum.
Ne demiş Victor MERGE?
‘Gülmek iki insan arasındaki en kısa mesafedir.’


İşin kolayına kaçıp, hep gülümseyelim, gülümsetelim. Kışı yok edip, yazı getirelim. Sorunsuz bir hayat yoktur elbette; ama sorunların arasından bile hayata gülerek bakalım, başkalarına da baktıralım. Tıpkı ‘KARDELEN’ çiçekleri gibi...


H.Gül ATAY

Nisan 2009

İLK EVİM HANGİSİ?

Dünyaya geldiğim, evlendiğimde oturduğum ev ve sığınağım. İlk evinizi anlatın deyince aklıma gelenler bunlar.

Doğduğum ev aynı zamanda evlenene kadar hiç değiştirmeden yaşadığım evdi. Biz yaşlarda yani 45–50 arası yaşı olanlar genelde böyledir, çocukluğu aynı evde geçmiştir. Özellikle taşrada yaşıyorsa… Bizim zamanımızda memur aileleri, öğretmenler, ençok da askeriyede çalışan insanlar ev ve şehir değiştirirdi. Benim doğduğum yerde ‘Topçu Ve Füze Okulu’ vardı, subay çocuklarıyla aynı okula giderdik. Arkadaş ayrılıklarının acısını ilk bir subay kızı olan sınıf arkadaşımın başka şehre gittiğinde yaşamıştım.

O zamanlar, yani on iki yaşımda ev ve şehir değiştirmek bana çok zor gelmişti, hala daha aynı duygulara sahibim. Yaşadığım ortama öyle bir bağlanıyorum ki, ayrılırken kendimden bir parça mutlaka orada kalıyor. Her zaman sık sık yer değiştirmek zorunda kalmadığım bir işte çalışmadığımıza şükretmişimdir.

Evimiz, bahçe içinde tek katlı, kerpiçle örülmüş, kireç badanalı, dışardan bakıldığında oldukça ilkel görünümlü ama ailemiz için ya da en azından benim için cennet gibiydi. O evde yedi çocuk büyümüş, üniversite okumuş ve hepsi topluma yararlı işler yapmıştı. Annemiz ve babamız bizim için ellerinden gelen en iyi dünyayı oluşturmuşlardı.

Yedi çocuk okutulurken aynı zamanda Ankara’da da bir ev açılmıştı. Başkalarının bekâr evi diyebileceği ama bizim ‘Evimizin ikinci şubesi’ dediğimiz bir yer. Hep aynı ev olmadı ama içinde yaşayanlar bizler, aynıydık. Okumak için sırası gelen Ankara’ya gitmiş, okul bitince de çalışmak için orada kalmıştı. O evler de güzeldi ama hafta sonları koşa koşa kendi evimize gelirdik.

Sıram geldiğinde ben de üniversite eğitimi için Ankara’ya gittim ve eskiden ara sıra gelip kaldığım bekâr evinde yaşamaya başladım. Dört yıl sonra evlenene kadar orada yaşadım.

Evleneceğimiz zaman bekâr evimize yakın bir yerde olsun diye normalden daha küçük bir evde yaşamaya razı olduk, çünkü bekâr evimizin olduğu semt kiraları yüksek evlerden oluşuyordu. Biz de tabii gelir durumundan zayıf bir haldeydik o zamanlar.

Bizden önce bekâr erkeklerin oturduğu bir evi kiralamıştık, fiyatı ve konumu uygun diye ama evin hali içler acısıydı. Bakımsızlıktan dökülüyordu. Ev sahibimiz zihinsel özürlü yetişkin bir oğlu olan yaşlı, dul bir hanımdı. Evle uğraşacak ne hali ne de niyeti vardı. Biz elimizden geldiğince boya badana yaparak evi adam ettik.

Ev o kadar küçüktü ki, zaten az olan eşyalarımızı bile zor zahmet sığdırabilmiştik. Öyle olmasına rağmen bize çok güzel geliyordu. Zaten eşim okulu yeni bitirmiş, benim de öğrenciliğim devam ediyordu. Kendimizi hala öğrenci gibi hissediyorduk. Ta ki ilk çocuğumuz doğana kadar!

Zaman içinde evler değiştirdik, hatta şehir bile değiştirdik ve Nazilli’ye geldik. O zamana kadar hep kirada oturan biz, kendi evimizi aldık. Başlangıç noktasını düşününce hayli ilerleme kaydettiğimizi anladık



Bu arada çalıştığım kurumdan sürem dolar dolmaz kendi isteğimle ayrıldım. İşten ayrılmak yoğun geçen hayatımda bir boşluk oluşturmuştu ve ben arayış içindeydim. Bir gün bir evin bodrum katını kiralayarak evdeki kitaplarımı oraya taşıdım. Taşındığım yere ‘SIĞINAK’ dedim, çünkü benim için gerçekten bir sığınaktı.

Bana, bahçe içinde olması doğduğum evi, küçük ve bakımsız olması evlendiğimizde oturduğumuz ilk evi hatırlatıyor. Kendimi orada çok farklı hissediyorum, sadece bana ait.

Aslına bakılırsa hiç kimseyle paylaşmadığım tek yer! Doğduğum evi ailemle, bekâr evimizi kardeşlerimle, evlendikten sonra eşim ve çocuklarımla paylaşmıştım yaşadığım yerleri… Sığınağımda yatıp kalkmıyor, çok uzun saatler kalmıyor ve hatta günlerce uğramıyor olsam bile orası bana ait ilk ve tek yer.



H.Gül ATAY

( 11 Nisan 2009)
CENNETTEN BİR KÖŞE: NAZİLLİ…

1991 yılında Nazilli’ye yerleştiğimiz yıllarda çok sıkılmış, adeta Nazilli’den nefret etmiştim. Sen kalk Ankara’dan gel buraları beğen! Olacak iş mi bu?

Aradan yıllar geçiyor, çocukların okulu ilerliyor, ne zaman Ankara’ya geri döneceğiz derken, Nazilli’de eğitimin çok ileri düzeyde olduğunu fark ediyoruz eşimle ben. Eh, çocuklar için Nazilli’ye gelmiştik çocuklar için de kalırız dedik.

Bence Nazilli’nin havası, suyu, toprağı ve yiyecekleri her şey mükemmel! Tabii bir çırpıda bu kanıya varmadım, aradan yıllar geçmesi gerekti. Burada yaşayan insanların, sosyallikten öte tarihi, coğrafyası ve tabiatıyla ilgilenmesi gerekir öncelikle. Havasındaki dinginlik insanın ömrünü uzatacak nitelikte ki yapılan araştırmalar bunu ispatlıyor.

Bendeki Nazilli fanatikliği; kızımın üniversiteyi kazandığı için yurduna yerleştirmek üzere İstanbul’a gittiğim yolculukla başladı. O yolculukta İstanbul’da adeta hücrelerim dağıldı. Küçük yerden İstanbul’a çocuk göndermek ne demek o zaman anladım.

Giderken ‘Öf Nazilli!’ diye gittim, dönüşte ‘Oh! Nazilli…’diye döndüm. O günden sonra Nazilli’de yaşamanın bir ayrıcalık olduğunu, burada yaşamanın herkese nasip olmayacağını düşünmeye başladım.

Nazilli, Nazilli diyorum, kendimemleketime ihanet ediyormuşum gibi hissediyorum.

Efendim, bendeniz Ankara’nın Polatlı ilçesindenim. Asla kendi memleketimden şikâyetçi değilim, aksine Polatlılı olmakla gurur duyarım. Bilmeyen varsa söyleyeyim; düşman Polatlı’da yapılan Sakarya Meydan Muharebesiyle yurttan kovulmaya başlamıştır.

Kader bizi buralara yönlendirdi. Atalarımız; ‘Doğduğun yer değil, doyduğun yer memleketin.’diye ne güzel söylemişler.

Hepinize sağlıklı ve mutlu günler dilerim.


Gül ATAY
e - mail: gulatay62@gmail.com
Kişisel Gelişim Mi? Kişisel Değişim Mi?

Yaklaşık otuz yıldır kişisel gelişim kitapları okurum ve severek okumaya devam ediyorum. Aynı zamanda yıllardır da başka insanların kişisel gelişim kitaplarını suçlamalarını da izliyorum. ‘O kadar kişisel gelişim kitabı okudum ama hiçbir değişiklik olmadı!’Diyenleri dinliyorum.

Evet, bir kitap okumakla hemen değişmek zordur. Belki burada biraz da kitaplarını sattırmak isteyen yayıncıların her kitabı adeta bir mucize imiş gibi sunmaları etkili oluyordur. Oysa benim okuduğum pek çok kitapta ‘Okuduklarınızı uygulamazsanız, alıştırma yapmazsanız başarıya ulaşamazsınız.’ denmektedir. Tabi bu durum gözden kaçmış da olabilir.

Peki, değişmek mümkün müdür, değil midir?

Yolunu yöntemini bilip uyguladıktan ve sabrettikten sonra neden olmasın?

J.Kirschner adlı yazar ‘Dengeli Yaşama Sanatı’ isimli kitabında değişmek isteyenlere yardımcı olmak için üç yol gösteriyor.
Yazar şöyle diyor: ‘Hayatımızı değiştirmek istiyorsak, seçmeniz gereken üç yol vardır;

Birinci yol; Kendi içsel dürtülerimize göre hareket etmek, yani bir anda suya atlama cesaretini gösterecek kadar kesin bir kararlılığa sahip olmak!

İkinci yol; Belirli bir sistem uygulamak! Hayatımızda yapacağımız değişikliği titizlikle planlayıp, sonra bunları kademe kademe, yani küçük adımlarla uygulamaya geçirmek.
Bu metodun en önemli avantajı, hedefimizi daha işin başındayken tespit etmiş olmak ve bundan böyle atılacak her küçük adımın, bilinçli olarak hedefe yönelmesini sağlamaktır. Tersine, yani olumsuz bir gelişme halinde de, bu, tıpkı atılan adımlar gibi yavaş yavaş olacağı için kendimizi toparlamamız imkânı doğar. Ayrıca hedefle özdeşleşmek, kendimize olan güvenimizin artmasına yol açar.

Üçüncü yol; Tehlikeyi göze alacak cesareti göstermek, yani gevşememize fırsat bırakmayacak derecede büyük risklere girmek!’

Yazarımız bu üç metodun birlikte kullanılabileceğini ya da kişinin kendisine en uygun metodu seçerek uygulamasının yapılabileceğini de eklemiş.

Yeni bir yıla girerken hepimiz yeni karalar alır, değişeceğimize dair kendimize sözler veririz. Yukarıdaki yöntemlerin hepimize yararlı olması dileğiyle…



Gül ATAY

OKULA GİDİN!

Çocuklarımız ve onların okul hayatı hepimizin öncelikli konularıdır eminim. Kendi adıma söylemeliyim ki, insanlarla iletişim kurarken hep bu konulardan hareket etmişimdir. En soğuk, en gergin ortamlarda bile orada bulunan birisine çocuğu ve onun eğitim hayatına ilişkin sorular sorarım, işte o anda hararetli ve koyu bir sohbete başlamış oluruz. Ne futbol, ne siyaset ve de iklim şartları…

Ben yedi çocuklu bir ailenin en küçük çocuğu olarak dünyaya gelmişim. Etrafım her zaman kalabalık, her zaman hareketli olmuş. Bu yüzden evlenmeden önce hep dört çocuğum olacak derdim. Evlenip, hem de çalışıyorken şartlar bizi iki
çocuktan sonra yeter diye düşündürmüş,26 ay arayla doğan, kızımız ve oğlumuzla hayatımıza devam etme kararı almıştık eşimle ben.

Ankara’dan Nazilli’ye geldiğimizde hayat bize daha kolay geldi. Ekonomik ve zaman olarak daha rahat etmiştik. Çocuklarımızın eğitimiyle yakından ilgiliydik, evimizi almıştık, işimiz evimize yakındı… Rahattık yani.

Kızım on, oğlum sekiz yaşındayken, Allah bize bir oğul daha nasip etti. Ankara’da iki çocukla baş edebildiysek Nazilli’de üç çocukla rahatlıkla yaşayabiliriz diye düşündük. İyi ki de öyle düşünmüşüz.

Hal böyleyken ben hem çalışıp, hem de çocukların okul hayatlarıyla ilgileniyordum. Hemen her gün mutlaka birinin okuluna gittiğim için de velilerin çoğuyla tanışmış oluyordum. Zaten her zaman şükretmişimdir, iyi ki üç çocuğum var, onların sayesinde insanları ve hayatı tanıdım diye…

Böyle koşturduğum zamanların birinde, 2003 yılında bir yazı yazmışım. O yazıyı hiç değiştirmeden sizlerle paylaşmak istediğim için bunca lafı ettim.2002-2003 eğitim yılında; kızım lisede, oğlumun birisi ilköğretim8.sınıfta, en küçük oğlum da anaokulundaydı.
Şimdi kızım üniversiteyi bitirip çalışma hayatına atıldı çok şükür. Ortanca çocuğum Üniversitede, en küçük 6.sınıfta okuyor. Durumlar değişti ama benim gözlemlerim sürüyor.
O tarihlerde yazdığım yazıyı önemli bulduğum için tekrar hatırlatmak istedim.

Çocuklarımı iyi yetiştirmek gayretiyle o kadar çok okumuşum ki, 2007 yılında İstanbul’da yapılan ‘Memoriad Hafıza Şampiyonası’nda Hızlı Okuma Ve Anlama kategorisinde birincilik derecem bile var. Dedim ya çocuklarımın sayesinde geliştim…26.12.2009

OKULA GİDİN!
Okul öncesi eğitimde bir oğlu, ilköğretimde başka bir oğlu, lise öğreniminde bir kızı olan üç çocuklu bir anneyim.
Okul – Aile birliğinin çocuk eğitimi üzerine çok olumlu etkileri olduğunu düşündüğümden çalışan bir anne olduğum halde her zaman çocuklarımın okuduğu okulda etkin görevlerde bulunmaya çaba sarf ediyorum.
Buralarda gözlemlediğim en önemli olgu, çocuk ne kadar küçükse ailenin ilgisi o oranda fazla oluyor. Örneğin; okul öncesi eğitim alan çocuğumun düzenlediği bir etkinliğe anneler, babalar, babaanneler, dedeleri teyzeler v.b. hemen hemen bütün yakınlar katılırken, sınıflar büyüdükçe aile birey sayısında düşüş yaşanıyor.
İlköğretim ilk beş yılında bu sayı biraz daha korunabilmekteyken ikinci kademe dediğimiz 6. 7. 8. sınıflarda iyice seyrekleşiyor.
Lise yıllarına gelince; velilerin okula uğrama oranı iyice düşüyor.
Herhangi bir sorun olunca okula uğranılıyor ve hatta dersleri iyi ise öğretmenle diyaloga girmek akla bile gelmiyor.
Oysa bence çocukların lise çağlarında aile bireylerine daha çok ihtiyacı oluyor.
Çocukken en ufak probleminde bize koşan çocuklarımız, büyüklerinde bunu bir kişilik problemi sayıp, sorunlarını bize açmaktan korkuyorlar.
Korkuyorlar ama öyle gururlu ve onurlular ki; bize gelip “ben hayattan ve gelecekten korkuyorum, bana yardım edin!” demiyorlar, diyemiyorlar.
Bizler anne baba olarak zaten yılların koşuşturması içinde yorulmuşken; onların bizi rahat bırakmasını hoşnutlukla karşılayabiliyoruz bazen. “Oh… Rahata erdik!” diyebiliyoruz.
Ama bilmiyoruz ki asıl sıkıntılar çocukların ailelerinde koptukları bu zamanlarda baş gösteriyor.
Çocukla iletişimi koparan aile tekrar ona ulaşmakta güçlük çekiyor ve sorunların çözümünde yardımcı olamaz hale geliyor.
Ben bir psikolog muyum? ... Hayır!
Eğitimci miyim? … Hayır!
Ama üç çocuk annesi olarak diplomalı olmasa bile amatör bir psikolog, bir eğitimci olmam gerektiğinin bilinciyle sürekli kendini eğiten bir insanım.
Okudukça, öğrendikçe kendini hatalarımı daha iyi görebildim. Çocuklarımın ihtiyaçlarını anlayabildim.
Neyi, nasıl ve nerede yapmam gerektiğini öğrendim.
Kendi çocuklarıma olduğu kadar başka çocuklara da yararlı olmayı hedefledim.
Çocuklarımızın bize her yaşta ihtiyacı var. Ama onları yöneten yönlendiren, kendi istediği işi ve eşi seçtiren annelere babalara değil! Düştüklerinde ellerinden tutup kaldıracak birisine dalgalı denizlere boğuşup döndüklerinde sığınabilecekleri sakin bir limana, öğrenmek istedikleri bir konuyu sorabilecek deneyimli insanlara ihtiyaçları var.
Toplumun eğitim düzeyinin yükselebilmesinin bireylerin eğitilmeleriyle, en çok da anne babaların eğitilmeleriyle gerçekleşebileceği inancındayım.
Özetle, çocuklarımızın okuluna gidebiliyorken ( yani ilköğretim lisede okuyanlar için) gidip onların okudukları ortamı görelim. Çünkü büyüyüp üniversiteye, başka bir şehre gittiklerinde böyle bir fırsatımız olmayacak.
Başarılı, mutlu, sağlıklı çocukla yetiştirebilmemiz dileğiyle…

22 Aralık 2009 Salı

Dünyanın En Güzel Hediyesi !...

Bundan 24 yıl önce hayat bana hediyelerin en güzelini verdi;kızımı!Evet bugün biricik yızımın yaşgünü.Üniversiteyi kazandığı yıldan bu yana olduğu gibi yine gıyabında doğumgünü kutlaması yaptık bu akşam.
İlk doğduğu günden itibaren yalnızlığımı aldı,büyüdükçe de en iyi arkadaşım oldu.Leb demeden leblebiyi anlayan,ben bile kendimi affetmezken,en yüce gönüllülükle her zaman beni savunan,her zaman her yerde en iyi sırdaşım olan canım kızıma ,hayatların en güzelini,mutlulukların en parlağını diliyorum.
Canım Nisam,iyi ki varsın,iyi ki kızımsın ve iyi ki ablasın!Sen bu kadar düzgün olmasaydın ben düzgün bir anne olamazdım.Beni annen olarak seçtiğin için teşekkür ederim.Tüm mutluluklar senin olsun!

11 Aralık 2009 Cuma

Mutlu Yıllar Eyüp!

9 Aralık Eyüpcüğümün doğumgünüydü,yaşamaktan yazmaya vakit bulamadım.

Canım oğlum,iyi ki varsın,iyi ki doğdun.Üçüncü çocuk olarak geldiğin ailemizde umarım aradığın hayatı bulabilirsin.

Ailece hepimize sevgi dolu anlar yaşatıyorsun,Allah'da sana sevgi ve mutluluk dolu günler nasip etsin.Amin!

3 Aralık 2009 Perşembe

Nevin Genç

Nevin Genç,iki üniversite bitirmiş,akademik kariyer yapmış,Türkiyenin en iyi tarihçilerinden biridir.Hem de benim ablalarımın en büyüğüdür.
Bugün onun yaş günü.Sevgili ablacığımın yaş gününde yanında değiliz ama gönlümüz onunla birlikte.
Bugün okuyup adam olduysam büyük ölçüde onun sayesindedir..Beni adam etmek için çok uğraştı garibim.Hatta bütn aile okumam için seferber oldu diyebilirim.Bu gün Nevin ablamın doğumgünü olduğu için sadece onu yazıyorum,sırası geldikçe diğer aile bireylerimin emeklerinden de bahsedeceğim.
Canım ablacığım iyi ki varsın ve iyi ki benim için uğraşmışsın.Herşey için sonsuz teşekkür ederim.Etrafını aydınlatmak için kendi yanıp tükenen mum gibisin.Aydınlattığın kişiler ışığını yakmaya devam edecek.