25 Aralık 2010 Cumartesi

DÜRÜSTLÜK!

‘Bir zamanlar giderek yaşlanan ve arkasında bir veliaht bırakması gerektiğini anlayan Çinli bir hükümdar vardı. Vezirlerinden veya çocuklarından birisini veliaht seçmek yerine farklı bir şey yapmaya karar verdi. Ülkesindeki bütün gençleri huzuruna çağırdı ve onlara şöyle seslendi:
-Artık tahttan çekilmemin ve yerime yeni bir hükümdar seçmemin vakti geldi. Hükümdar olarak içinizden birisini seçeceğim.
Gençler hükümdarı şaşkınlıkla dinliyorlardı. Hükümdar devam etti:
-Bugün her birinize bir tohum vereceğim. Tek bir tohum ama bu çok özel bir tohum. Hepinizin evlerinize dönüp tohumu ekmenizi, sulamanızı ve bir yıl sonra tohumdan çıkan bitkiyle geri gelmenizi istiyorum. O zaman bana getireceğiniz bitkiler hakkında hüküm verip benden sonra tahta geçecek hükümdarı seçeceğim.
Saraya çağrılanlar arasında Ling adında bir genç vardı ve herkes gibi ona da bir tohum verildi. Ling eve dönüp başından geçenleri heyecanla annesine anlattı. Annesi ona bir saksı ve biraz da toprak verdi. Ling, tohumu itinayla ekti, onu güneş ışığı görebileceği bir pencere kenarına koydu. Her gün saksıya su vererek bitkinin tohumun açıp açmadığını kontrol etti.
Üç hafta kadar sonra, Ling’in mahallesindeki gençlerden bazıları tohumlarının nasıl açtığını, bitkilerin nasıl büyümeye başladığını anlatmaya başladı. Ling bu sözleri duyduktan sonra her defasında eve gidip kendi tohumunu kontrol ediyordu. Gelgelelim, saksının içinde büyüyen hiçbir şey görünmüyordu. Haftalar birbirini kovaladı ama değişen hiçbir şey olmadı.
Bu arada, Ling’in arkadaşları ballandıra ballandıra saksılarındaki çiçeklerden bahsediyordu hep. Ling’in ağzını ise bıçak açmıyordu, çünkü hakkında konuşacağı bir çiçeği yoktu. Elinde toprak dolu bir saksı vardı o kadar. Ve artık başarısız olduğuna inanmaya başlamıştı.
Aradan altı ay geçti. Ling’in saksısında çiçekten eser yoktu hala. Tohumunu çürüttüğüne kanaat getirmişti. Başka herkesin kocaman çiçekleri ya da ağaç fidanları olmuştu ama onun koca bir saksısı vardı.
Nihayet bir yıl tamamlandı ve ülkenin gençleri yetiştirdikleri bitkileri, karar vermesi için hükümdarın huzuruna getirdiler. Ling, annesine boş bir saksıyı hükümdara götüremeyeceğini söylediyse de annesi saksıyı götürmesini ve dürüst davranmasını istedi. Ling’in sıkıntıdan karnı bile ağrıdı ama annesinin haklı olduğunu bildiğinden sözünü tuttu.
Saraya ulaştığında diğer gençlerin getirdiği çeşit çeşit bitkiler karşısında hayrete düştü. Hepsi de güzel renklerde, güzel biçimlerdeydi ve nefis kokular yayıyordu. Birbirlerine nasıl böyle güzel yetiştirdiklerini anlatan gençler Ling’in elindeki boş saksıyı gördüklerinde kahkahalarla güldüler.
Hükümdar gençlerin yanına geldi ve bitkileri inceledi. Bu sırada Ling arkalara kaçıp gizlenmeye çalışıyordu. “Ne kadar da büyük ağaçlar ve çiçekler yetiştirmişsiniz öyle” dedi hükümdar.
Birden, hükümdar elinde boş saksıyı tutan Ling’ i gördü. Muhafızlara onu yanına getirmelerini söyledi. Ling korkudan titremeye başladı. Hükümdar yanına getirilen Ling’in ismini sordu. Diğer gençlerin hepsi gülmeye ve kendi aralarında Ling ile alay etmeye başladılar. Hükümdar bir el hareketiyle hepsini susturdu. Ling’i yanına aldı ve kalabalığa ilan etti:
-Yeni hükümdarınızı selamlayın! Adı Ling.
Ling kulaklarına inanamadı. Tohumundan tek bir filiz bile çıkmamışken nasıl hükümdar olabilirdi ki?
Hükümdar:
-Bir yıl önce her birinize bir tohum verdim, onu ekip sulamanızı istedim ve bir yıl sonra da bana getirmenizi istedim. Ama sizlere verdiğim tohumların hepsi kaynatılmıştı ve büyümeleri mümkün değildi. Ling hariç hepiniz bana çeşit çeşit ağaçlar, bitkiler ve çiçekler getirdiniz. Tohumunuzun büyümediğini görünce, size verdiğim tohumun yerine başka bir tohum ektiniz. İçinizden sadece Ling kendisine verdiğim tohumun olduğu saksıyı bana getirme cesaretini ve dürüstlüğünü gösterebildi. Bu yüzden yeni hükümdarınız o olacak.’…
Yukarıdaki hikayeyi okuduğum zaman soluğum kesilir gibi oldu,böyle bir adalet,böyle bir ince düşünüş…
Ne diyelim Allah hepimize böyle dürüstlük nasip etsin.
Bu hikâyedeki hükümdar bana Nazilli Cumhuriyet Başsavcımız Sayın Ramazan SOLMAZ’ ı hatırlattı. Kendisi bulunduğu makamın bütün gereklerini eksiksiz yerine getiriyor, bu ağır sorumluluk gerektiren işleri yapıyorken de insani duygularını asla kaybetmiyor.
‘Ben işimi yaparım giderim!’ diye düşünmeden, bildiği yaşadığı şeyleri genele yaymak için, başkalarını aydınlatmak için uğraşıp duruyor.
Buradan, kendim adına, Nazilli adına, Ülkem adına kendilerine sonsuz şükranlarımı sunuyorum.
24 Aralık 2010 akşamı, Nazilli Halk Eğitim Merkezi Öğretmenler Korosu, cezaevinde unutulmaz bir konser verdiler. Türk halk müziğimizin seçkin, gönüllere işleyen, ama öte taraftan kanımızı kaynatan güzel türkülerimizle hem katılan davetlileri, hem mahkûm kardeşlerimize farklı bir gece yaşattılar. Onlara da buradan gönülden bir teşekkür göndermek isterim. Hazırlayan, sunan, çalan, söyleyen herkesin yüreğine sağlık… Ne kadar güzel bir iş yaptıklarını onlar da biliyordur mutlaka.
Toplumumuz için yapabileceğimiz çok şey var. Yaşadığımız güzellikleri bu güzelliklerden mahrum insanlarla paylaşabiliriz. Cezaevindeki bu konser de böyle düşünen insanların eseri.
Böyle güzel oluşumları yaşadığım için Nazilli’yi ve içinde yaşayan insanları seviyorum.Hepimiz burada doğmasak bile,bu gün bu memlekette,insanlara,insanlığa hizmet için bulunuyoruz.Bu güzel insanlarla bir arada olmayı seviyorum.
Size de sevgi dolu günler diliyorum..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder