21 Nisan 2010 Çarşamba

MAZERET YOK!

Okumak güzel, hele genel sınavlarda yüksek puanlar alıp, iyi okullarda okuyabilmek daha da güzel!
Hem liseye hem de üniversiteye giriş için yapılan sınavlar, hepimizin hayatında öncelik sıralamasında ilk sıralara oturdu.
Hatırlıyorum da, bizim zamanımızda(yaşlılığın en önemli belirtisidir bu cümle),anamız babamız; sınava girecekmişiz, dersimiz varmış, ödevimiz yapılacakmış, bilmezlerdi. Hele performans ödevi diye bir şeyi, biz bile bilmezdik.
Öğretmenimiz bir konu verirdi, kütüphaneye gider, o konuda yazılmış olan yazıları bulup, el yazımızla kâğıda geçirirdik.
O yıllarda kütüphaneden hiç çıkmadığım için, bazı uyanık geçinen insanların, ödevleriyle ilgili sayfaları, ansiklopediden yırtıp, cebine koyup götürdüğünün de çok görmüşümdür. Küçükken bu durumda bir şeyler yapamazken, büyüdükçe engel olmak için, elimden geleni yaptım Allaha şükür.
Bizim için, kütüphane çok önemliydi. Arkadaşlarımızla, kütüphanede buluşur, ortak ödevlerimiz, orada yapar, sık sık da kütüphane görevlisi teyzeden de azar işitirdik, gürültü yapıyoruz diye.
Şimdilerde, kütüphane kavramı yok, sessizlik kavramı yok, bir şeyler için zahmete girme kavramı bile yok.
Ödevler, bilgisayardan alınan çıktılarla, kopyala yapıştır yöntemiyle yapılıyor. Araştırmalar, internet üzerinden yapılıyor. Aradığımız bir cümleye ulaşmak için, işimize yaramayan binlerce cümleyi okumak zorunda kalıyoruz.
Yıllar önce, almış olduğum 7-8 kitabı gören birisi, ‘A,sen hala kitap mı satın alıyorsun. İnternette her şey bedava.’demez mi?
İnanın yüreğimden vurulmuşa döndüm. Allahtan o sırada, yanımızda bulunan, çok saygıdeğer bir okul müdürümüz, ‘İnşallah, bu sözleri çocuğunuzun yanında da söylemiyorsunuzdur. Kitabın yerini başka bir şey tutamaz.’demişti de biraz kendime gelmiştim.
Bir şeyler için emek harcamazsak, yorulmazsak, bedel ödemezsek, ödül de alamıyoruz maalesef.
Kısa vadeli kazanımlar olabilir. Az emekle çok şeyler elde edilebiliyor sanılabilir. Ama inanın kısa vadede…
Başkasının hakkını yiyerek, zamanını ya da parasını çalarak elde edilen kazanımlar, geldiğinden daha fazla olarak çıkıp, gitmekte.
Başımıza gelen iyi ya da kötü şeylerin sorgulamasını yaparsak, bunu hepimizin fark edebileceğine inanıyorum.
Yaptığımız veya yapmadığımız şeylerin, ödülünü cennette, bedelini de cehennemde alacağımızı biliyoruz. Ama bazı şeyler var ki, hemen karşılığı ortaya çıkıyor ve bu dünya da bile acı veya mutluluk verici olabiliyor.
Çocuklarımıza, onlar küçükken yaptığımız iyi ya da kötü şeylerin karşılığını, biz onlara muhtaç hale gelince alıyoruz.
Küçücüklerken, bize muhtaçlarken, sevgiyle, merhametle ilgilendiysek, onlar da ihtiyacımız olduğunda bize öyle davranıyorlar.
Okul hayatlarında, öğretilen bilgilerle beraber, manevi ve toplumsal değerleri de verebildiysek eğer, topluma faydalı, insaniyetli, başkalarını da kendisi kadar önemseyen, saygılı insanlar yetiştirmiş oluruz.
Çocuklarımızın dersleriyle olduğu kadar, arkadaşlarına ya da öğretmenlerine nasıl davrandığıyla ilgilenirsek, en önemli, eğitimi de vermiş oluruz.
Çocuğumuza, bir okulun, bir dershanenin en yüksek puanını alması gerektiğini değil, yapabileceğinin en iyisini yapmasını söylemeliyiz. Onu sınıfında ki, en çalışkan kişiyle değil, bir önceki günkü haliyle mukayese etmeliyiz.
Çocuklarımızın başarısını, özel okul, dershane veya özel derslere bağlamamalıyız. Böyle olunca bu şartlardan herhangi biri gerçekleşmemiş çocuk, iyi puan alamamasına mazeret buluyor, ‘Özel ders aldırmadınız, dershanaye göndermediniz, iyi okullarda okutmadınız!’la karşınıza çıkabiliyor.
Başlarda da dediğim gibi, biz; kalabalık, soğuk demeden, dersimizi çalışır, ödevimizi yapar; zor hava şartlarına rağmen, aksatmadan her gün okulumuza giderdik.
Bu günlerde, okula giderken servisler var, olmadı arabamız var. Böyleyken çocuklarımız, hala onu bunu beğenmeyebiliyorlar.
Nazillide bile, ulaşımın ve hava şartlarının bu kadar uygun olduğu burada bile, çocuklar okula giderken, bin dereden su getiriyor. Peki, bu çocuklar, üniversite için büyük şehre gidince neler yaşıyorlar biliyor musunuz? Ben biliyorum, çünkü kızım İstanbulda, okumaya gittiği ilk sene şiddetli yağmur altında kalmış, ıslanmış ve akşama kadar da aynı kıyafetle dolaşmak zorunda kalmış.
Çocuklarımızı hayata hazırlamak istiyorsak, onları hayatın gerçekleriyle de tanıştırmamız lazım. Tanıştıralım ki, şimdiden mücadele edebilme gücüne kavuşsunlar. Fırtınalara rağmen ayakta kalabilsinler.
Ayakları üzerinde durabilen, başarılı çocuklar yetiştirebilmemiz dileğiyle…

23 Nisan 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder