30 Nisan 2010 Cuma

HAYAT BİR SINAVDIR!

11 Nisan2010 tarihinde yapılan YGS sonuçları, 30 Nisan 2010 tarihinde açıklandı. Sonuçların tüm öğrencilerimize hayırlı olmasını diliyorum.
Düşük puan aldığını düşünen öğrencilerimiz, benim bu dileğimi komik ya da alaycı bulabilir ama ‘hayır’ sadece en yüksek puanda ya da en üstün başarıda değildir. Bunu anlatmak isterim öncelikle.
Başımıza gelen iyi şeylere sevinir, kötülere üzülürüz, değil mi?
Oysa bugün kötü gibi görünen pek çok şeyin, uzun vadede hayatımız için hayırlı sonuçlar getirdiğini görmüşüzdür.
İstediği okulda değil de, puanının tuttuğu okul ya da şehirde yaşadığımız deneyimleri,
Gençken evlenmek isteyip, başkasıyla evlenmek zorunda kalıp, aynı kişiyi yaşlandığı zaman görüp, ‘Aman, iyi ki onunla evlenmemişim!’sözlerini,
Başka bir şehirde yaşamak istiyorken, zorunluluklar sebebiyle, bambaşka bir ortamda yaşamak zorunda kalmanın getirdiği hayırları zaman geçtikçe hepimiz görmüşüzdür(Hepimizden kastım, benim gibi yaşı ilerlemiş olanlar elbette…).
Son yazdığım olayın örneğini, kendi hayatımdan vermek istiyorum. Ben Ankara’nın, Polatlı ilçesinde doğdum. Liseyi bitirene kadar da hep orada yaşadım. Üniversiteyi okumak için Ankara’ya gittim. Orada evlendim, işe girdim, iki çocuğum Ankara’da dünyaya geldi. Kısacası hayatı Ankara’da öğrendim diyebilirim. Çok seviyor olmama rağmen, çocuklarımın geleceğini düşünüp,1991 yılında Nazilli’de yaşamak üzere ayrıldık Ankara’dan.
Çocukların ilköğretim eğitimleri bitince Ankara’ya döneriz diye düşünüyorken, yıllar geçtikçe dönüş hayalleri imkânsız hale geliyordu. Çocuklar, liseye giriş sınavlarında Ankara ‘da okumak için gerekli puanı alıp, kazanırlarsa döneriz diye düşünmeye devam ediyordum. Lise olmadı, üniversiteyi Ankara’da okurlar, belki diye ümidimi koruyorken, Kızım İstanbul’da okumak istediğini söyledi ve tercihini bu yönde yaptı.
Tabii ki, onun tercihlerine saygı gösterdik ve kaydını yaptırmak üzere beraber İstanbul’a gittik.
O yolculuk benim için bir dönüm noktası olmuştur. O güne kadar, ‘Öf Nazilli!’ derken, İstanbul yolunda ‘Oh Nazilli!’ye dönmüştü duygularım.
Büyük şehre sevdiğin birini bırakıp gelmek, bana çok zor gelmişti. Bir saat geç kalsa, nerede acaba diye merak ettiğiniz kızınızı, bilinmezlerle ve zorluklarla dolu bir şehirde yapayalnız bırakıp gelmek ne zor bir duygudur, anlayın artık. Kızımı orada bırakmak, duygularımı alt üst etmiş, aklım başıma gelmiş ve Nazilli’nin aslında bizim yaşamamız için en uygun yer olduğunu o anda kavrayıvermiştim. İnanın anlık bir kavrayıştı, öyle saatler sürmedi. Tabii o seviyeye gelmek için aradan on bir sene geçmesi gerekmişti. Artık burada yaşayalı, on dokuz yıl oluyor ama Şimdi yaşadığım yerin benim için en doğru yer olduğunu bilerek yaşıyorum.
Önceki on bir sene Nazilli’de yaşarken, sıkıntılarım, umutsuzluklarım, üzüntülerim olduğu anlarda, ‘Bunda da var bir hayır!’ anlayışıyla olaylara yaklaşmıştım. Yoksa böyle kolay atlatamazdım o sıkıntıları. Hep sabretmiş, dualar etmiş ve bir gün güzel günlerin geleceği umudunu hiç bırakmamıştım. O güzel günler, ben Ankara’ya döndüğüm için değil, bulunduğum yerde yaşamaktan keyif aldığım zaman geldi. Yani değişen şartlar değil, benim bakış açım ve duygularımdı.
Oğlum üniversite sınavına girerken bir umut belki Ankara ‘da okur, hiç olmazsa arada bir giderim diyorken, O da İstanbul’da ablasıyla aynı üniversiteyi kazandı. Zamanla gördüm ki, bizim için en hayırlısı gene buymuş. Çünkü İstanbul’a gidince, hem oğlumu hem kızımı aynı anda görüyorum. Eğer biri Ankara’da biri İstanbul’da okusa, ayrı ayrı vakit ayırmam gerekecekti. İhtiyaçları olduğu anda ikisine aynı anda ulaşamayacaktım ve ayrı sorunlarla baş etmemiz gerekecekti bekli de. Şimdi, İstanbul dönüşlerinde, kızım ve oğlum yan yan bana el sallarlarken hep şükrediyorum, ikisi de aynı yerde ve yaşamak istedikleri şehirdeler diye.
Diyeceğim o ki; genç kardeşlerimiz umutlarını yitirmesinler. Ellerinden gelenin en iyisini yapıp, çalışmaya, öğrenmeye devam etsinler. Anne Baba olarak, bizler de onlara yardımcı olup, şu sıkıntılı zamanlarını en iyi şekilde atlatmalarına yardımcı olmalıyız.
Çocuklarımızın en yüksek puanı almasını değil, istediği, sevdiği bir okula girebilecek puanı almasını beklemeliyiz.
Yeterli puan almadı diye, çocuğumuzu suçlayıp yargılamak yerine, acaba bu durumda benim ne kadar payım var sorgulamasını yapmalıyız.
Okullar, dershaneler, çocuklarımızın akademik başarılarıyla ilgilenebilirler sadece ama aileler olarak biz, onların hayatını en iyi şekilde yaşamalarını düşünmek zorundayız. Çocuklarımızın sadece okulu ve dersleriyle ilgilenmekle kalmamalı, ‘Hayat eğitimini ne kadar verebiliyoruz?’,‘Kendi hayatlarını yaşamalarına fırsat veriyor muyuz?’ gibi sorularla kendimizi gözden geçirmeliyiz.
Gençlerimize, umutsuzluk ve üzüntülerini bırakıp, önümüzdeki günleri, en verimli ve faydalı şekilde geçirmeleri dileğinde bulunuyorum.
Bu gün yaşadığımız her şey yaşanması gerektiği içindir. Alacağımız bir ders vardır o yüzden yaşıyoruzdur. Aslında hayat da başlı başına bir sınavdır.

Hayat sınavından başarıyla geçebilmemiz dileğiyle… 01.05.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder